Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Editörün Köşesi

İki Uzaylı

Minibüs yolunun üzerindeki işyerimden kahvaltılık almak üzere yolun karşısındaki markete gitmiş, elimde küçük bir torba ile geri dönüyordum. Mevsim kış da olsa hava soğuk sayılmazdı. Marketin önündeki duvarın önünden geçerken her zamanki gibi sokak çiçekçisinin yanında yavaşlayıp adlarını bilmediğim çiçeklere göz attım. Satıcı kadının bana doğru yönelmesi ile hemen başımı çevirip adımlarımı hızlandırdım. Arkamdan “Gel lan, kaçma” gibi bir şeyler söyledi ama duymazlıktan geldim. O anda yolun kenarında, sarhoş gibi sallana sallana yürüyen bir kedi gördüm. Bir deri bir kemik kalmıştı. Zorlukla soluyordu. Arka ayağının da topalladığını görünce, yanına yaklaştım. Uzayda yürüyor ya da ağır çekimde ilerliyor gibiydi. Hafifçe başını kaldırdı. Çelimsiz ve pislik içinde de olsa, kendinden sürmeli gözleriyle bana baktığında olacakları anlamıştım:

- Al sana kepçe kulaklı bir uzaylı.

Sokak hayvanlarını eve götürmek alışkanlığım olmasa da, bu ışık saçan bakışların ileride rüyama girmesinden korkarak, çelimsiz ufaklığı kucaklayıp ofise götürmeye karar verdim.

Ofise girer girmez sağı solu kolaçan edip, gözüne kestirdiği bir yere kuruldu. Biraz atıştırdıktan sonra sekiz saat boyunca deliksiz uyudu. Akşam olduğunda uyanıp bizleri kapıya kadar geçirdi. Ertesi gün girişteki koltuğa kurulmuş, gelenlere günaydın dediğini görünce, kendisi ile bir süre birlikte çalışacağımızı anladım.

Veteriner ziyareti sonrasında deri ve kemik sandığımız ağırlığın önemli bölümünün aslında vücuduna yerleşen şeritler olduğunu öğrendik. Ölçümlerimiz sonucunda, profesyonel mama ile beslenmiş şeritlerin uç uca bağlandığında üçüncü kattan aşağı inecek kadar uzadığını fark ettik. Bu arada her hareketi ile başka bir dünyadan geldiğine inandığımız için kendisine “Sufi” adını verdik. Arka ayağındaki kendiliğinden kaynayan kırık yüzünden hafif aksayarak yürümesi, hem sevecen, hem de çapkın bakışları ile tam bir yandan çarklı İstanbul beyefendisiydi Sufi.

Parazitlerinden kurtulsa da kilo almama konusundaki kararlılığını sürdürüyordu. Her haltı veterinere sormaya gerek olmadığını düşündüğümden, “psikolojiktir” diye tanıyı koydum, ancak Hacer “senin psikolojin bozuk olduğunda göbeğin daha hızlı büyüyor” diyerek tanımı çürüttü.

Aradan iki ay geçmiş, yuva arama çabalarımız sonuç vermemişti. Sufi ise ofise alışmış, kimi zaman faksın üzerinde, kimi zaman bir kucakta kestiriyor, zaman buldukça da dalgın gözlerle pencereden dışarıyı izliyordu. Bu İstanbul beyefendisinin dışarıda yaşamasının güç olduğuna karar verdiğimizden, ergenlik dönemi belirtileri ile ofiste dayanılmaz kokular da çıkmaya başlayınca, bizimkini kısırlaştırmaya karar verdik.

Kısırlaştırma sonrasında veterinerde geçirdiği süre içinde kendisine bir de talip çıktı. Hazırlıklar yapıldı. Ancak o gün kötü bir haber kapımızı çaldı. Sufi’nin yeni evine gideceği gün, veterineri Feridun Bey, kilo almama sorununu araştırıp test yapmaya karar verince Sufi’mizin FIV (Kedide görülen AIDS) olduğu ortaya çıktı.

Daha önceki sahiplendirme serüvenlerimizi düşününce, hemen Sufi’nin ofisteki yerini geri hazırladık. “Bu kedi çok çiş yapıyor”, “koltukları bile tırmaladı” gibi bahanelerle geri gelen kediciklere göre Sufi’yi alacak kişinin çok daha haklı bir nedeni vardı. Ayrıca, “Sufi’yi ben evime alabilirim” demenin ötesinde bir söz vermiş de değildi. O gün ikinci şaşkınlığı yaşadım. Hacer yanıma gelip, Pelin’in, “Sufi’yi alıp ömrü yettiğince ben ona bakarım” dediğini söyleyince şaşırdım. İçimden,

- Al sana bir uzaylı daha, diye geçirdim.

Bu, dünyalılarda rastlanan acımak, iyilik yapmak gibi ulvi bir duygu ile ilgili değildi. Sanki “yemeğin altı tutmuş ama ben gene de yerim”, ya da “otobüsü kaçırdık o zaman yürürüz” der gibi olağan, sıradan, abartısız bir kabullenmeydi.

O gün, iki uzaylıyı paketleyip evlerine gönderdik. Arada bir ziyaret ettiğimizde Sufi’mizin giderek tombullaştığını, İstanbul beyefendiliğinden vazgeçmese de çocuksu yanlarının ortaya çıktığını görüp sevindik. Topallaması tamamıyla geçmişti. Evin efendisi olarak, düzenini kurmuş, gelen konukları ağırlıyordu. Üç yıla yakın süre hiç veteriner yüzü görmedi.

Geçenlerde biraz ateşi çıkınca veterinere gittiğini öğrendik. Başka bir iş için Feridun Bey’e uğradığımızda kafesine kurulmuş haliyle Sufi’yi de gördük. O akşam marketin önündeki ilk gün gördüğüm bakışları ile bize baktı.



Biz gittikten iki saat sonra, Sufiş’in gözlerindeki ışık sönmüş.

Böylece, iki uzaylının bu dünyadaki aşkları da sona ermiş oldu...

Burak KAYA
12/08/2007

Tüm Editörün Köşesi Haberleri