Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Editörün Köşesi

Peri Bacalarında Bir Tekir Kedi


Uzun zamandır onun planları arasında vardı Kapadokya gezisi. Çoğu zaman işlerin yoğunluğu, tatil zamanı ise “canım deniz kıyısında güneşlenmek varken, ne işimiz var peri bacalarında?” sözleri ile hep erteletmiştim. Diğer yandan tatil anlayışı evde oturup çocuklarla zaman geçirmek olan bendenizin ayakları geri geri giderek de olsa, yola koyulduk 20 Nisan sabahı.

Hani ucunda deniz, kum, güneş ya da palmiye ağaçlarındaki nefis meltem esintisinin tazeliği olsa, bir parça daha heyecanlı olabilirdim belki. “Kapadokya bahane, maksat arkadaşlarla bir arada olmak” deyip mızmızlık etmeden katıldım bu geziye. Fakat gelin görün ki hayatım boyunca geçirdiğim, her saniyesini dün gibi hatırlayacağım, hafızamdan hiç silmek istemeyeceğim, en güzel üç günlük tatil oldu benim için.

Hava muhteşem, bembeyaz papatyalardan bal kokusu geliyor burnumuza. Doğası inanılmaz güzel, gördüğünüz manzara karşısında hayrete düşmemek elde değil.

Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumu birçok küçük volkanik dağların patlamaları ile başlamış. Bölgeye yayılan lavlar, göller ve akarsular üzerinde 100–150 metreyi bulan değişik sertlikte tüf tabakasından oluşan yüksek bir plato meydana getirmişler. Zamanla bu platonun, erozyonun etkisiyle aşınması sonucu bugünkü vadiler ortaya çıkmış, peri bacası adı verilen üzerinde daha sert ve geniş bir kaya tabakasının bulunduğu konik şekiller oluşmuş.

Dünyanın birkaç bölgesinde de görülen Peri Bacaları, hiçbir yerde Kapadokya'da olduğu kadar yoğun bir şekilde bulunmuyor. Tabiatın bu cömertliğinden yararlanan insanoğlu da, oyulmaya çok elverişli olan bu kalın kaya kütlesini oyarak günün şartlarına göre evler, manastırlar, kiliseler ve yeraltı sığınakları yapmışlar.

Kapadokya eşittir peribacaları, kaya kiliseleri, yeraltı şehirleri olduğu için bu oluşumların en yoğun olduğu Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Gülşehir, Derinkuyu ile Aksaray yakınındaki Ihlara Vadisi mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.




Kaldığımız otelde, odaları restorana bağlayan tünelden ilerlerken tarihi yaşıyoruz bir kez daha. Otelin tüm duvarları tarihin çekiç izlerini taşırken, günümüz lüks ve konforu da tarihteki doğallıkla birleştirmiş ve büyüleyici bir atmosfer yaratılmış. Gürültülü şehir hayatından uzak, derin bir nefes alıyor, inanılmaz manzaranın karşısında kendimizi yeniliyoruz.

Ah birde şöyle elimde yuvarlayacağım top gibi bir kedicik olsaydı derken kendi kendime, otelin içinden salına salına süzüldü bir tanesi.
Uzun tüylü, sürmeli gözlü, tahminen bir yaşlarında dişi tekir. Pek mahzun bakışı var fakat bir o kadar da asil. Minicik bebekken arka ayaklarından biri kırılmış, nasıl becermişse otelin kapısına atmış kendisini. Otel sahibi dayanamamış bu görüntüye, veterinere göstermiş sonradan adını Garip koydukları kediyi. Pek bir cılızmış küçük kedicik, tedavisi boyunca otelin bir köşesinde uslu uslu oturmuş, iyileşmeyi beklemiş. Günler birbirini kovalamış, küçük hanım geçen zamanla iyice toparlamış kendini ve otele tamamen yerleşmiş. Güzelliği ve uslu hareketleri ile kısa zamanda da herkesin sevgilisi olmuş.

Ben Prenses diye çağırdım onu üç gün boyunca. Nitekim duruşu, bakışı, yürüyüşü gerçek bir prenses gibiydi. Otelin her bölgesine girip çıkma izni var Garip kedinin, hatta izin verirseniz konakladığınız sırada odanıza bile alabilirsiniz. Tabii camların açık kalması şartıyla, belli olmaz sıkılıp hava almak isteyebilir küçük hanım. Çok sıcak havalarda otelin en serin bölgesinde, soğuk günlerde ise restorandaki şöminenin başına kuruluyor prenses kızımız. Zamanla kimlerin kucağında uyunabilir, kimlerin sadece masasının altında durulur, kimlere yanaşılmaz her şeyi öğrenmiş Garip kedi. 

Bir sabah kaldığımız otelin karşısındaki tepelerde dalgın dalgın uzakları izlerken gördük onu. “Kim bilir neler düşünüyor” diye geçirdim içimden. Sonra bir anda kalabalık şehirlerde yaşamaya çalışan hayvanlar geldi aklıma. Keşke hepsi bu kadar şanslı olabilse!

The Village Cave Hotel çalışanlarına bir kez daha teşekkür ederim, hayvanları sevdikleri , değer verdikleri ve bizlere böylesine güzel, unutulmaz bir tatil yaşattıkları için.

04/06/2007

Tüm Editörün Köşesi Haberleri