Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.
Pati Dostları
İlknur Saraç ve Hayatındaki Patiler (23/11/2007)
İlknur Saraç, Antalya/Alanya’da bir ilköğretim okulunda çalışıyor. Henüz 37 yaşında, 1998 yılından bu yana öğretmenlik yapıyor. Evinde Shila adında bir köpeği ve Baloo adında bir kedisi var. İhtiyacı olan diğer sokak hayvanlarını sağlıklarına kavuşana veya sıcak yuvalar bulana kadar evinde misafir ediyor. Kendi deyimiyle çocuklar ve hayvanlar yaşamının büyük bölümünü oluşturuyor.
24 Kasım öğretmenler günü nedeniyle İlknur Öğretmen bu haftaki konuğumuz. Tüm öğretmenlerimizin bugününü kutluyoruz.
• İlknur Hanım sizi biraz tanıyabilir miyiz, hayvanlar ne zamandır hayatınızda?
Kelimenin gerçek anlamıyla kendimi bildim bileli hayatımdalar onlar. Her yerde bizimle değiller mi zaten? Kendime ait bir yaşamım olmadan önce sınırlandırılmalarım vardı. Evin içinde dolaşmayan, fanuslarda, kafeslerde yaşayabilen hayvanlara izin verirdi annem. Sonrasında sınır kalmadı. Hayvan sevgisini babamla tanıdım. Onlar gibi hissetmeyi, kendimi onların yerine koyarak davranabilmeyi, yani empati yapabilmeyi bana babam öğretti.
• Evinizi paylaştığınız hayvanlarınızdan bahseder misiniz?
Köpek kızım Shila; 7 yaşında. Onu iki zavallı terrieri sürekli çiftleştirip yavruları üzerinden para kazanan birinin elinden kurtarmıştı bir arkadaşım. Sonra Shila beni yaşamına aldı. Üç aylıktı geldiğinde. Sağlıksız üretim ve gerekli bakımı yapılmadığından gençlik hastalığına yakalandı bebekken, atlattı ama araz kaldı. Shila kalp hastası, ilaçlarla destekleniyor ve bu yüzden evin sahibesi ben olamıyorum.
Kedi kızım Baloo, 5 yaşında. Kendini şatodan kaçırılıp bu eve getirilmiş gibi hisseden ve öyle davranan bir ukala maymun. Balığa burun kıvıran, tavuk etine “miuvv bu ne” diyen, çok kıymetli tuvaletini her kuma gömmeyen bir prenses o da.
Shila çok kıskanç bir bebek. Sokakta kedi, fare, civciv, tavşan, ne bulursa oynarken, evde Baloo’ya tepki verir. Beni paylaşmaktan nefret eder. Dolayısıyla evimize gelen konuklarla ilk günlerde bir sorun yaşanmazken, bir süre sonra Shila’da “acaba bu kalıcı olabilir mi?” riski oluşur ve herkese, herşeye tepki vermeye başlar.
• Öğretmen olmaya ne zaman, nasıl karar verdiniz? Öğretmen olmak nasıl bir duygudur, keyifli ya da zor yanları nelerdir, biraz anlatır mısınız?
Aslında iletişim eğitimi aldım. 1997 yılının başında Antalya’ya geldiğimde bir özel okulda genel müdür asistanlığı yapmaya başlamıştım. Öğrencilikten sonra başka bir gözlükle ilk okullu oluşumdu. Oradaki eğitimcilerin çocuklarla iletişimlerini gözlemlemeye başladıktan sonra çok fazla “ben olsaydım” demeye başladığımı fark ettiğimde, öğretmen olmaya karar verdim.
Küçük insanları hayata hazırlamak, onlara her gün yeni bir şeyler vermek, tek başına öğretmenin kotarıp somutlayabileceği bir kolaylık değil. Öğretmenlik ülkemiz koşullarında çoğunlukla yaptıklarının bozulması, bozulanları yeniden yapmaya çalışmak gibi bir şey. Bir çeşit yapboz oyunu gibi! Sevgi adına vermeye çalıştıklarınız, çocuk evine gidince kaskatı duvara çarpıyor ve genellikle size çarpıtılmış biçimde geri dönüyor.
Topluma insan yetiştiriyorsunuz. İstiyorsunuz ki güzel olsun, bugün sizin yaşadıklarınızı yarın büyüdüklerinde yaşamasınlar. Ama küçük insanların üzerinde anne ve baba büyük etken. Ve onları eğip bükmek ne yazık ki çok daha zor!
Keyifli yanıysa, onca alt yapısızlığa rağmen, bir süre sonra çocukların anne ve babalarını aşmaya çalışarak, anlatmaya çalıştıklarınızı benimseyip, içselleştirip, güçleri yettiğince yaşamlarına katmaya çalışıyor olduklarını görmek… Gülümsemek…
Dört patili dostlarımızla ilgili en büyük keyif ise, “doydum” ya da “tabağımdakini bitirmeyeceğim” gibi bahanelerle, doymadan da olsa paylaşmak istemelerine tanık olmak. Hayvanların da kendileri gibi acıktığını, acı çektiğini, sevgi istediğini öğretebildiyseniz, bir süre sonra yerden aldığı simit parçasıyla çöpe değil size doğru yönelip, “Öğretmenim çıkıp bunu bir ağacın altına doğrayabilir miyim?” diye sorduğunda, o an yaşadığınız duygunun tarifi bambaşka oluyor.
Tüm bunlar için zaman ve sabır gerekiyor, en çok da büyüklere sabır, ama oluyor…
• Öğrencilerinizin hayvanlara yaklaşımı nasıl? Onlardan beklediğinizi alabiliyor musunuz?
Çoğu o kadar uzaklar ki, kendilerinden başka canlıları hissedemiyor, algılayamıyorlar. Sokağında yağmur altında kalmış tüy yumağının aslında ne olduğunu bilmiyorlar. Minik beyinlerine ilk olarak yerleştirilmesi gereken şey “empati”. Bunu sağlamak ise başka unsurlar ekarte edilebildiğinde çok kolay, çünkü hamur gibiler.
Düş dünyaları çok zengin, geniş… Empati oyununu oynuyoruz onlarla… Gözlerini kapattıklarında kendilerini bir kedi yavrusu gibi hissetmeleri çok kolay. Bir masalın içinde kuyruğuna teneke bağlanmış bir kedi yavrusu olduklarını düşünmelerini istiyorum. O anda hissettiklerini suratlarını buruşturup, oturdukları yerde çırpınırken gördüğümde biraz da üzülerek gerçeği görebiliyorum. Yaşları gereği bu oyun onlar için çok kolay. Ve aslında eğitim…
İşte ben bu hamuru yoğurmaya çalışıyorum ve bir süre sonra minik hayvan dostlarıyla doluyor sınıf. İnanmak istiyorum ki onlar bizim yaşadıklarımızı yaşamayacaklar, zincirin bu halkası bizlerden daha şanslı olacak. Ve tabii dört patili dostlarımızın oluşturduğu zincirin gelecekteki halkası da daha az acı çekecek… Dileğim bu yönde.
• Okulda derslerden sonra hayvanlarla ilgili konularda çeşitli etkinlikler yapıyor musunuz? Öğrencilerinize hayvan sevgisini nasıl veriyorsunuz?
Belli bir biçimi, girdisi, çıktısı yok aslında. Bu tamamen kendiliğinden oluyor. Ben biraz şanslıyım. Okul koşullarım gereği teknolojiyi sınıfıma taşıyabilmiş bir öğretmenim. Bu büyük bir avantaj… Dolayısıyla derslerde ve sonrasında, aslında yakalayabildiğim her dakikada yaşananı başka canlılarla ilişkilendirebiliyorum. Bana göre zaten bunu belli zaman dilimlerinde tutmaktan çok, çocuğun yaşamına harmanlamak önemli. Günlük yaşamdan, anne-baba sevgisinden, öğretmene duyulan sevgiden ayrı bir şey değil ki hayvan sevgisi… En atlanmaması ve titizlikle üzerinde çalışılması gereken şey hep empati yapabilmek. Bunu yüreklerine verebildikten sonra her şey çorap söküğü gibi geliyor zaten.
Örneğin okul dışında bulunduğumuz bölgenin belediye çalışmalarına dikkatlerini çekiyorum. Kesilen ağaçlar, nüfusu kontrol altına alınmayan sokak hayvanları, kirletilen su kaynakları… Dikkatlerini çekebildiğimde hepsi birer soru yumağı olup belediye başkanının karşısına dikilebiliyorlar.
• Müfredatta hayvanlarla ilgili konulara yer veriliyor mu? MEB buna dikkat ediyor mu, sizce bu yeterli mi?
Bizlerin yapısındaki insanlara yeterli gelemeyecek kadar da olsa müfredatta buna ilişkin konular evet var. Ama bana göre yine klasik Avrupa Birliği rüyalarının gereği olduğu için var.
Örneklendireyim: Bir müfettiş, sınıfta akvaryumda balık, kafeste kuş beslememi salık veriyor. Ben o canlının sağlıkla yaşamını sürdürebilmesinde nesnel koşullar uygun olmadığı için bunu reddediyorsam, aldığım yanıt: “Öldükleri anda onlara fark ettirmeden yenisini koyun yerine” olabiliyor.
• Öğrencilerin hayvanların konu olduğu derslere yaklaşımı nasıl, eğitimi nasıl etkiliyor?
Her çocuğun içinde hayvanların bulunduğu olumlu ya da olumsuz bir yaşam öyküsü zaten var. Hayvanların konu olduğu derslerde kendi öykülerini de paylaşarak derse katıldıklarında öğrendiklerini asla unutmuyorlar. “Geçen gece kapıda kedi miyavlıyordu yemek vermek istedim annem kızdı.” bile olsa.
Ve öğrendiklerini ailelerine de taşıyorlar, bazen bir taşla iki kuş vurduğum, aileleri bilinçlendirme şansını yakaladığım da oluyor.
• Bir genelleme yapacak olursanız ülkemizde çocukların hayvanlardan korkmasının ya da onlara zarar vermek istemesinin sebebi sizce ne olabilir?
Bana göre “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” genel olarak insanın eksik kalmışlığıdır. Bu eksik kalmışlıkla anne-baba olmuş insanların mirasçısıdır bu çocuklar…
Başka bir canlıyla yaşamı paylaşmanın ne demek olduğu daha önce hiç onlara anlatılmamış. Dolayısıyla dokunmayı, gözlerine bakmayı düşünemiyorlar. Diğer yandan aileleri tarafından o canlıların yaşamlarında bulunmasının zararları anlatılıyor sıklıkla. Böyle bir durumda hiç hesapsız, korkuyorlar da, nefret de ediyorlar hayvanlardan.
• Sizce hayvanlarla beraber büyüyen, onları seven çocuklar ile tam tersi durumdaki çocuklar arasında nasıl bir fark var?
Hayvan sevgisi aşılanmamış çocuk diye bir şey yok aslında, sevgisiz bırakılmış çocuklar var. Yüzeyde hayvan sevgisinden yoksun yaftasını yapıştıracağımız çocuğun derinine bakıldığında, çok genel ve kocaman bir sevgisizlik görürüz. Oysa sevgi evrenseldir… Her şeye, herkese duyulur. İnsan, kedi, kuş, çiçek, böcek…
Hayvanlarla birlikte büyüyen çocuk, paylaşarak ve paylaşmaktan mutlu olarak büyüyor, kişilik geliştiriyor. Sadece kendi canının yanması değil, onu başka şeyler de acıtıyor. Bu da dost, sevgi dolu, mücadeleci, toplumsal, topluma faydalı, güzel insanı kazandırıyor geleceğe.Tam tersi durumsa, tam tersi insanı sokuşturuyor geleceğimizin bir yerlerine.
“Çocuk = küçük insan” Bu yatırımı hiç yabana atmamak lazım…
• Yeni neslin hayvanlara ve doğaya daha duyarlı olması için sizce bu konuda daha başka neler yapılabilir?
EMPATİ. İlk önce kesinlikle bu öğretilmeli çocuklara. Kendini yargılayabilen, doğrularının altını, yanlışlarının üstünü çizmekten korkmayan, bunu her gün yapabilen küçük insanlar, zedelenmiş, eksik kalmış büyük insanların da yönlendirebilir bir noktada.
Benim şimdi kızımla koyun koyuna uyuyabilen anneme yaptığım gibi…
Bıkmadan, pes etmeden, sevmeyi ve empati yapabilmeyi kişiliğin ayrılmaz parçası haline getirebilmeliyiz. Belli yaşam dilimlerinde, okulda, derste ya da dersten sonra diye bir ayrım gözetmeksizin, bildiğimiz saf sevgiyi sunmaya çalışmalıyız çocuklara…
Kimi zaman dersin ortasında, kimi zaman teneffüsün göbeğinde, kimi zaman bir belediye başkanının kapısında, kesilmiş ama henüz fidan bir ağacın başında, projeksiyon perdesinde, her yerde…
ÇÜNKÜ SEVGİ HER YERDE…
İlknur Hanım, çok teşekkür ederiz bu keyifli söyleşi için. Sevdiklerinizle birlikte size güzel bir hayat diliyoruz.
Tüm Pati Dostları Yazıları
- Mutlu Köpek Oteli
- Badik...
- Tolga Öztorun ve Hayatındaki Patiler
- Bengi Berk Babanoğlu ve Ailesi
- Okan Törün ve Terapi Köpeği Daisy
- Sultan Gülyar ve Büyükada Barınağı
- Damla Ayhan ve Hayatındaki Patiler
- Yedikule Hayvan Barınağı ve Meral OLCAY
- Bade Erguvan ve Fatih Camisi Kedileri
- Özgün Öztürk ve Yaşam Hakkına Saygı
- Büyükada Barınağı ve Özün Kanbay
- Nilgün Engin Ün ve Ailesi
- Tuzla Rehabilitasyon Merkezi
- Oskar ve Ailesi...
- Vahşi Doğa Fotoğrafçısı Süha Derbent
- Golden Retriever Sahiplerinin Pikniğinde
- Nilgün Bayram ve Hayatındaki Patiler
- İlknur Saraç ve Hayatındaki Patiler
- Atatürk ve Hayvan Sevgisi
- Sarman Kitapçı ve R. Gülşen Tatlısumak
- Pozitif Köpek Eğitmeni - Neşe Öztürk
- Nurcan Sürer ve Hayatındaki Patiler
- Eda Çakmak ve Patiş
- Hülya Yenidoğan ve Hayatındaki Patiler
- Ayhan Ege ve Hayatındaki Patiler
- Veteriner Hekim N.Gürkan Gülanber
- Kuaför Nevin Hanım ve Kedileri
- Pınar Erkum, Kedileri ve Alerji Üzerine
- Selma Yıldırım ve Köpekleri
- Merve Ezen ve Minnoş
- Çiğdem Demirci ve Beyaz’ın Hikâyesi
- İlker Bey ve Ailesi
- Filiz Seeborg, ikiz bebekleri ve kediler
- Ankara'lı Hayvan Severler
- Çakıl Hamile Koçluğu Yapıyor
- Ela, Müslüm ve Gümüş
- Deniz ve Miço
- Hamilelik ve Toksoplazma/Dr.Alper Mumcu
- Üsküdar Hayvan Barınağı
- Pati Dostu Hamile Anneler -II-
- Pati Dostu Hamile Anneler -I-
- Baran Kaya, Çakıl ve Komşuları
- Begüm Özbek ve Patileri
- Bandit ve Ailesi
- Bu bayram bir can bağışlayın...
- Özgür Kıbrıs ve Memiş
- Sema Özpekmezci ve Köpeği Badik
- Oya Önder ve Hayatındaki Patiler