Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Pati Dostları

Vahşi Doğa Fotoğrafçısı Süha Derbent (15/01/2008)


Türkiye’nin ilk ve tek vahşi yaşam fotoğrafçısı Süha Derbent’in hayatına konuk olduk bu hafta. Fotoğrafçılık ve vahşi yaşam üzerine keyifli bir söyleşi yaptık. Süha Derbent’in vahşi yaşam ve büyük kedilerle ilgili yazılarını da önümüzdeki günlerde sitemizde görebileceksiniz. Şu anda yeni çalışması için Montana’ya giden Süha Beye başarılar diliyoruz. Bizleri konuk ettiği için de ayrıca teşekkürler.



Süha Derbent 1963 doğumlu. 20 yıldır profesyonel fotoğrafçılık yapıyor. Cumhuriyet Gazetesi, Atlas Dergisi ve Marie Claire Dergisi’nde gezi fotoğrafları çekmiş, Gezi National Geographic Traveler Dergisi’nde iki yıl boyunca Görsel Yönetmen olarak çalışmış. İskandinavya’dan Madagaskar’a, Sri Lanka’dan Kanada’ya kadar altmıştan fazla ülke gezmiş. Son yıllarda çalışmalarını nesli tükenmekte olan hayvanlara yoğunlaştırmış ve vahşi hayvan fotoğrafçılığı alanında uzmanlaşmış. Büyük kedileri seven Derbent, yedi büyük kedi türünden dördünün fotoğrafını çekmeyi başarmış. Bengal Kaplanı, Afrika Aslanı, Leopar ve Çita... Gelecekteki planları arasında diğerlerini de görüntülemek var. Ayrıca kutup ayısı, fil, sırtlan, timsah, gergedan, vahşi Afrika köpeği ve birçok kuş türü de çektiği fotoğraflar arasında.

Kendisine ait olan www.suhaderbent.com adlı web sitesi dışında 2005 Mayıs ayında www.fotofanclub.com adlı fotoğraf paylaşım sitesini kurmuş. 2002 yılında İş Bankası Kültür Yayınlarından vahşi doğada ilk uluslar arası çalışma olan “Yüz Yüze” adlı kitabı ile ilgili CNN International bir röportaj yapmış kendisiyle ve bu röportaj CNN International World Report’da beş kez yayınlanmış. Kitap, vahşi kedilerin yaşamını gözler önüne sererken aynı zamanda vahşi hayvanların yaşamlarına dair görüntü, bilgi ve çekim aşamasında Derbent’in yaşadıklarını da içeriyor.



Vahşi hayvanların fotoğrafını çekmek ile gezi fotoğrafları çekmek arasında nasıl bir fark var?

Benzerlik yok, birinde fotoğraf çekmek için seyehat ediyorsunuz, şimdi ise orada olmak için fotoğraf çekiyorsunuz. Fotoğraf ulaşım aracı sadece başka bir şey değil.

Hayvanlar poz verir mi?

Bilerek değil. İstemeden, farkında olmadan poz verirler. Biz de bazen farkında olmadan veriyoruz ama onlar bizim gibi bilerek ve isteyerek poz vermiyorlar.

Günlerce bekledikten sonra iyi bir fotoğraf çekilir mi? Eliniz boş döndüğünüz oluyor mu?

Oluyor tabii... Temel olarak zaten bekleyerek çalışmıyoruz. Arayarak, izleyerek buluyoruz. Benim çektiğim türler bekleyerek fotoğraflanabilir türler değil. İz sürmek ve bulmak gerekiyor. Bulduktan sonra onun izin verdiği sürece yanında kalabiliyoruz.
 


Bazen çok uzun süre çalışıp hedefe ulaşamadığımız da oluyor. Bazı teknik aksaklıklar bunu doğuruyor aslında, bu tamamen fiziksel ve profesyonel bir iş. Mesela bir teknik aksaklık nedeniyle Costa Rica’da 1,5 ay kalıp hiç bir şey görmeden geri döndüm. Tam olarak hiç birşey görmedim demek doğru değil aslında. Bir sürü hayvan gördüm ama jaguar çekmeye gitmiştim, jaguar görmedim, sadece ayak izlerini görüp geri döndüm.

Bir hayvanı nasıl çekmeyi istersiniz, hayalinizdeki pozu nedir? (Uyurken, emzirirken, yemek yerken vs.)

Öyle belli bir şey yok, neyi çekmediysem onu çekmek istiyorum. Örneğin bir leoparı ya da kar leoparını tamamen ayaklarını yerden kesmiş, zıplayıp patilerini açmış, havada bir şeye saldırırken çekmek isterim.

Vahşi hayvanlar neden daha çekici?

Ben bir hayvanseverim ve bir kedi hayranıyım. İnsan olmak yerine kedi olmayı rahatlıkla tercih edebilecek biriyim. Hep onlardan yana bakmaya alışmış biriyim. Ama tüm bunların dışında da profesyonel nedenleri de var.
 


Farklı bir alan ve bana ait bir alan olsun istedim. Yapılmamış bir işi yapmak istedim. Zor olduğu için bunu sevdim, ömrümün yetmeyeceğini baştan bildiğim için bunu seçtim. Kolay bir hedef beni tatmin etmeyecekti, bunun gibi bir çok neden sayabilirim.

Hangi bölgelerde çalışmayı daha çok seviyorsunuz?

Aslında giderek değişiyor, insan değişiyor çünkü. 20 yıl önceki gibi düşünmüyorum. Belki sonra değişir ama şimdilerde daha çok ilk defa gittiğim yerleri sever oldum. Afrika kıtasını hayalinizde canlandırın, kıtayı ortadan ikiye bölerseniz altındaki bütün ülkere defalarca gittim. Güney Afrika’ya yüzden fazla seyahatim oldu. Artık o bölgeler fotoğraf çekmeyecek olsam da sevip, özlediğim için senede bir iki kere gittiğim yerler. Şu anki gezi planımız Montana ve ben Montana’ya ilk kez gidiyorum, dolayısıyla benim için daha heyecanlı. Artık değişik yerleri görmeyi daha çok seviyorum.

Yaptığınız iş tehlikeli mi?

Herhangi bir iş kadar, daha fazla değil. Dışarıdan tehlikeli görünüyor ama aslında değil. Bir çok fotoğraf sitesine üyeyim, insanlar fotoğraflarımı internette gördükleri zaman “bu kadar yakından çekmeye korkmadınız mı?” diyorlar. İnsanlarla o kadar yakın olmak daha tehlikeli bence. Hep çok klasik bir örnek ama doğru bir örnek; siz bugün bu röportajı yapmaya gelirken İstanbul trafiğinde benim orada aldığımdan daha çok risk almışsınızdır, o kadar bile riskli değil. Kaba bir söylemle, rahatsız etmezseniz hiç bir şey yapmazlar.
 


Bir de herkesin sandığının aksine bir ormanda büyük hayvanlardan değil, küçük hayvanlardan zarar görürsünüz. Onlarla baş etmenin olanağı yoktur. Bu psikolojik bir savaştır. Yani siz gece uyurken sizi karıncalar yiyebilir, üzerinizde keneler vardır, sülük vardır. Bundan kurtulamazsınız, bunu kabul etmek zorundasınız. Beni karıncalar yiyecek fikrini kabul edeceksiniz, başka şansınız yoktur. Bu daha zor bir savaştır, yoksa büyük hayvanlar özellikle yırtıcılar sizin kokunuzu alır ve siz ona yaklaşmadan önce sizden uzaklaşır. Ani karşılaşmalar riskli olabilir. O durumda da onların avlarına yaklaşırken kullandıkları yöntemi kullanarak onlardan uzaklaşıyoruz, aksini yaparak. Çok fazla yürüyerek karşılaşmadım, 3-4 kere karşılaştım ama birşey olmadı.

Fotoğrafçı da avcı da iz peşinde koşuyor. Amaçları farklı olsa da kaderleri ortak gibi. Avcılığa nasıl bakıyorsunuz?

İçinde öldürme eylemi bulunan herşeye karşıyım, ben sinek bile öldürmüyorum. İnsan öldürmekten daha çok karşıyım hayvan öldürmeye. Çünkü insana göre daha fazla masum buluyorum onları. Daha derdini anlatamayan, neyi ne için yaptığı özellikle insanlar tarafından bilinmeyen. İnsanlar doğal olarak insan davranışı konusunda bilgililer ama hayvan davranışı konusunda bilgileri yok. Bir hayvanın kendisine neden bir şey yaptığını ya da yapmadığını, yapmaya çalıştığını anlayamıyor. Yanlış yorumlayıp saldırı olarak algılayabiliyorlar. Hayvanların insanlara saldırısı genellikle savunma amaçlıdır. Neden bunu yapmaya gereksinim duyduğunu önceden bilir. Bize göre zararsız görünen hangi davranışların onun için taciz anlamına geldiğini, onun rahatsız edici bir davranış olduğunu bilir ve bunlardan kaçınırsanız böyle bir şeyle karşılaşmazsınız.

Vahşi doğanın içinde bazen günlerce yaşıyorsunuz, bu yaşamın size neler kattığını düşünüyorsunuz?

Hayatımla ilgili bir seçim yapıyorum, şehirde öğrenemeyeceğim çok fazla şeyi onlardan öğreniyorum. Burada öğreneyemeyeceğim kadar sabretmeyi öğreniyorum. Bir kaplanı ararken bu bir oyun gibi sürekli onun ne yapacağını düşünüyor, onun gibi düşünüp, onun gibi karar vermeye çalışıyorsunuz ve çoğunlukla da yanılıyorsunuz. Hemen yeniden başka bir plan üzerine gitmeniz gerekiyor. Bu da size günde kaç kez hayal kırıklığına uğrayabiliyor ve kaçını kaldırıp yeniden ümit edebilirimin sınırlarını öğretiyor.
 


Aslanlardan nasıl strateji geliştirebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Aslan ailesi özellikle av sırasında çok iyi stratejisyendir. Çita’yı herkes kara üzerinde en hızlı hayvan ve iyi bir avcı olarak bilir. Eksik ya da az bilinen taraf ise çitanın tek silahının hız olduğudur. Çok güçsüz bir hayvandır çita. Hızı doğru zamanlama ile kullanmazsa; ne avanabilir ne de av olmaktan kurtulabilir. Hızını kurtulmak için de kullanır yani kaçarak. Dolayısıyla hız ve performansın doğru zamanda kullanımına doğru örnektir çita. Hepsinin ötesinde şu söylenebilir; hepimiz hayatın içerisinde kendimize odaklı yaşıyoruz. O an her ne kadar basit bir iş yapıyor olsak da bu bizim için hayatın en önemli şeyi oluyor. Bir yere yetişirken, bir yerden bir şey alacakken, bir doktor ameliyatı yaparken, bir taksi sürücüsü aracını kullanırken kendine odaklı bir hayat yaşıyor. Ve bu hayatın içinde hepimizin idealleri var, bir şey olmak istiyoruz ya da bir şeylere sahip olmak. Bu, bir insanın ömrünü alan bir süreç ve birşeyleri kendimize katmaya çalışıyoruz. Bir şey olmak derken söylemek istediğim şey bu aslında. O katmaya çalıştığımız şeylerin çabasıyla geçiyor ömrümüz ve her zaman da bunun bir garantisi yok, ki çoğunlukla da bunu kendimize tam olarak ve istediğimiz kadar katamadan ömrümüz sonlanıyor. İşte bu olmak istediğimiz şeylerin aslında bir çoğu hayvanlarda doğuştan var. O yüzden çok hayranlık duyulası canlılar bence. Buna bir sürü örnek verilebilir. Bir halterci kendinden daha fazla bir ağırlığı kaldırmak için bütün hayatını buna göre düzenliyor ama her yarışmada birinci olamıyor. Ama bunu leopar günde bir kaç kez yaparak, kendinden ağır bir canlıyı ağaca çıkartabiliyor. Yine çita örneği verilebilir. Arabaların 0-100 km hızlanma sürecini minumum yakıtla ve minimum sürede yapabilmek için milyon dolarlar harcanırken, çita bunu henüz insanların başaramadığı bir çok şekilde hergün zaten yapıyor. Tekstille ilgili örnek verilebilir. Kar komandolarına beyaz giysiler yapıyorlar ama gece çok iyi görünebiliyorlar. Ama kutup ayısının derisi siyah olduğu için tüyleri beyaz olsa da gece de görünmüyor. Bunun gibi çok fazla örnek verilebilir. Kısaca bizim kendimize katmaya çalıştığımız şeylerin bir çoğuna onlar zaten sahipler. Bütün bunları doğada öğreniyor olmak insanın hayatla ilgili tercihlerini de doğal olarak etkiliyor. Yani onlardan çok şey öğrendim, ben kariyerimi dağda bayırda yaptım diyebilirim.

İşinizin en zor yanı hangisi?

Geçen gün ünlü bir iş adamı bana “keşke on milyon dolar borcum olsa da senin gibi bir işim olsa” dedi. Bu sözü içtenlikle söylediğine inanıyorum. Aslında bir çok insanın hayal ettiği bir şeyi yapıyorum. Ama bu bir bedel ödemeyi göze almak ve kabullenmek ile ilgili birşey. Aynı şeyleri göze alan herkesin bu işi yapabileceğine inanıyorum. Ben son derece sıradan biriyim. Sadece buna çok inandım, çok çalıştım, herşeyimi buna göre organize ettim. Bence bir çok fotoğrafçı bu işi yapabilir. Niye ben tekim? Çünkü çok pahallı ve bu seçimi herkes yapmıyor. Ben ilk başladığımda hiç bir olanağım yokken başladım. Şimdi belli bir noktaya geldim ki ticari olarak yine de çok akıllıca bir iş yaptığım söylenemez. Ama bu bir seçim, az önce de söylediğim gibi herkesin yapabileceği bir şey aslında. Bu işin zor tarafı bu işle ilgili bütçeyi hazırlayabilmek. Bu nedenle bu şehirde yaşıyorum yoksa burada yaşamazdım. Kent yaşamı çok tercih ettiğim bir şey değil. Diğer yandan teknolojiye de çok düşkün biriyim ama teknoloji dağın başında da kullanılabilir. İşleri gerçekleştriebilmek için bütçe bulmakta zorlanıyorum sadece, çünkü çok pahallı bir iş.
 


Bunun dışında hastalık, kazalar da var tabii. Aklınıza gelebilecek her türlü araçla kaza geçirdim, hastalanıyorum da. Bu işi yaparken herkesin baştan kabul etmesi gerekiyor bunları. Çok sık Afrika’ya gittim ve ıslak dönemlerde de gittiğim oldu. Üç kere Afrika Sıtmasına yakalandım ki bu Akdeniz Sıtması gibi değil, ölümcül bir hastalıktır. Ama atlattım... Koruyucu ilaç kullanmam, hastalandığımda ilaç alırım sadece. Bu işi yapıyorsanız bir takım riskleri göze almak zorundasınız.

Evinizi paylaştığınız bir hayvanınız var mı? Onunla ilişkiniz nasıl?

İki tane dişi kedimiz var. Leyla ve Hürrem, dört yaşındalar. Evimizde sık sık kedilerimiz olmuştur. Leyla cins bir kedi, ondan önceki kedimizi yine sokaktan almıştık. Hastaydı ve çok kısa sürede kaybettik onu. Çok üzülmüştüm, daha uzun süre yaşayacak sağlıklı bir kediyi evlat edinmek istedik ve Leyla girdi hayatımıza. Sonra Hürrem’i gördük sokakta ve dayanamayıp onu da kattık ailemize.
 


Vahşi kedilerle ev kedilerinin davranışları birbirine çok benziyor hatta aynı denilebilir. Bunu doğadaki tüm kediler için söylebiliriz. Hepsinin birbirinden çok farklı kişilikleri, huyları, alışkanlıkları ve farklı beklentileri var. Hepsinin ortak noktası ise ne yapacaklarına kendilerinin karar veriyor olması. Doğadaki vahşi kedilerle evcil kediler arasında bu anlamda çok büyük fark yok, hemen hemen aynılar.

Yaklaşık 7 yıla yayılan çalışmalarınızın ürünü olan “Yüz Yüze” adlı kitabınız 2002 yılında yayınlandı. Gördüğü tepkiden memnun musunuz?

Memnunum, çünkü bu kadar satış yapacağını düşünmüyordum. Kitap şu anda tükendi. İş Bankası da kitap basımını durdurduğu için ikinci baskıyı yapmıyor, ben de ısrarcı olmadım. Çünkü aynı şeyi tekrar etmek hoş değil. Türkiye’de bildiğim kadarıyla (yayınevlerinin istatistiklerine göre söylüyorum, kitapların yüzde doksanı bir kaç isim hariç, mesela Ara Güler hariç) bütün kitaplar belli kurumların toplu satın almasıyla tükeniyor. Tek tek satılarak tüketilen kitap yok. Ara Güler dışında ikinci baskı yapan kitap olmadığı gibi, diğerleri de belli kurumlarca satın alınarak baskısı tüketiliyor. Benimki tek tek satılarak iki bin tane satıldı ki bu bir rekor aslında. Basın da çok destek verdi o kitabın çıktığı yıllarda. Aşağı yukarı 60 saat kadar sadece o kitapla ilgili canlı yayına katıldım, yurt dışında da bir kaç programda çıktı.

Şimdi bitirebilirsem, “Doğanın Yedi Harikası” adıyla yedi büyük kedi kitabı yapmayı düşünüyorum.

“Yüz Yüze” adlı kitabınızı hazırlamanızdaki ana amaç neydi? Belli bir hedefiniz var mıydı?

Evet vardı, bu tamamen ticari bir hedefti. Dünyada birçok kurum özellikle dergiler de böyle ki ben dergilerle çok ilgili değilim. Çünkü onlardan alacağım bütçe benim işlerime yetmiyor. Genellikle de dergilerden telif ücreti almadan çalıştım bu işlerle ilgili.

Sizin fotoğraflarınıza bakacak zamanı yok insanların. O kadar çok kişi fotoğraflarının iyi olduğunu varsayarak götürüp göstermek istiyor ki, ben dergi çıkartırken de bunu yaşadım. Gece ikide randevu veriyordum, getirip evde gösteriyorlardı. Ben kimseye hayır diyemeyen biriyim. Ama sonu olmayan bir süreç bu. “Kitabın varsa gönderirsin ve bakarız” cevabını çok duymuştum. Bu yüzden işlerimi kolaylaştırmak için bulunduğum noktada elimde ne varsa onları kitap yapmayı çok istedim ve o anlamda da gerçekten ne kadar doğru bir şey yapmış olduğumu yaşayarak öğrendim.
 


Şimdi bu yeni yapacağım kitabı da sadece Türkiye için değil, bütün dünyada yayınlamak üzere hazırlamayı düşünüyorum. Dışarıda daha çok ilgi göreceği kesin, çünkü uzun yıllardır yedi büyük kedi kitabı ve hepsi tek fotoğrafçıya ait olarak yapılmadı. Bildiğim kadarı ile on beş civarında kitap var, bunların sekiz tanesinde farklı fotoğrafçıların fotoğrafları toplanarak oluşturulmuş kitaplar. Bu yüzden satışın iyi olacağını düşünüyorum.

Türkiye’deki yaban hayatı ve yaban hayvanları ile ilgili görüşleriniz nelerdir?

Açıkçası ben Türkiye’de çok fazla çalışmadım. Vahşi yaşam fotoğrafçılığına başlamadan önce bazı çalışmalar yaptım, bazı kuş türlerini fotoğrafladım. Son bir kaç yıl içerisinde bir kez kurt fotoğrafladım. Hayvanlar Türkiye’de çok ürkekler, çünkü çok sık avlanıyorlar. Türkiye’de fotoğraflarının çekilmesi çok zor şartlarda gerçekleşiyor. Afrika’daki gibi değil, korunmuyorlar. Zaman zaman Anadolu Leoparı ile ilgili benim çalışma yapmamı isteyen, sponsor olmak isteyen firmalar da çıkıyor.

Biz Minik Pati olarak sahiplendirme sitesi olmamıza karşın sağlıklı hayvanların sokakta, sadece yardıma muhtaç hayvanların evlerde bakılmasından yanayız. Sizin sokak hayvanları konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Bu konuda aslında kafam biraz karışık. Bir yanıyla kötü çünkü otomobil altında kalanlar var, ezilenler var, kötü muamele görenler var. Türkiye’de insan hakları ile ilgili her yeni adım atıldığında bir şekilde hayvanların zarar gördüğünü görüyorum. Sokaktaki hayvanların sokakta olmaması için yapılan çalışmaların çoğu onları toplayıp öldürmek şeklinde gelişiyor. Sahiplendirilmesi işini çok değerli buluyorum, ne kadarı yapılabilirse o kadarı değerli. Ben de bir sürü insandan farklı davranamıyorum. Evde iki tane var, sokakta beslediklerimiz var. Keşke imkân olsa da çok daha fazlasına bakabilsek.


Süha Derbent’in Minik Pati’deki fotoğraf albümünü görmek için Burayı Tıklayın.
 



Tüm Pati Dostları Yazıları