Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Hikayeler

18/06/2007 Balıkçı'nın Kedisi - II -


Balıkçı’nın o saatten sonra eve dönmeyeceğini düşünen Edi eski kerpiç evlerine döndüğünde çok üzgündü. Yaşlı Balıkçı olmadan ne yapardı o. Evde yalnız kalmak canını çok sıktığı için yandaki binada oturan Büdü’yü çağırmak üzere dışarıya çıktı. Birkaç miyavlamadan sonra kardeşinin sesini duyan Büdü inmişti aşağıya. Üstelik de büyümeye başlamış olan iki yavrusuyla. Büdü’nün diğer iki yavrusunu kedi sever komşuları annesi gibi akıllı olurlar diye isteyip almışlardı.

O gün Büdü ve iki yavrusuyla güzel vakit geçiren Edi, dostu Balıkçı’yı unutmuş gibiydi. Kardeşinden ve yeğenlerinden ayrılmak zorunda kaldı karanlık basınca. Evde, sanki kahveden gelecekmiş gibi Balıkçı’yı bir süre bekledi. Karnı da acıkmaya başlamıştı. O gece sabaha dek doğru dürüst uyumadı açlıktan.

Sabah olduğunda ilk işi iskeleye inmek oldu. Umudunu yitirmek üzere olduğu Balıkçı’dan belki haber alabilirim diye düşünüyordu. Bir de, diğer balıkçıların kedilere attığı balıklardan bir iki tane kapıp, karnını doyurabileceğini sanıyordu. Erken gittiği için ağlarını toplayıp rıhtıma dönen balıkçı olmamıştı daha. Ama kendisi gibi erken gelen kediler vardı. Edi’yi görünce çıkardıkları bazı seslerle onun gelişinden memnun olmadıkları anlaşılıyordu. Edi bir kıyıya büzülmesine karşın, onu Balıkçı’dan en çok kıskanan sarı beyaz renkli, iri bir kedi gelip başına dikildi. Edi kavgaya tutuştuklarında ondan iyi bir dayak yiyeceğini bildiği için iyice büzülmüş, yalvarırcasına yanına gelen kedi azmanına bakıyordu. Diğer kediler de onları izlemek, Edi’nin yiyeceği dayağı görüp zevk almak için bekliyorlardı.

Olan olmuştu. Edi’nin bir kıyıda büzülmesi, iri kedinin yüzüne yalvarırcasına bakması işe yaramamıştı. Yaşamında ilk kez dayak yiyordu. İri kedinin tırmıkları yetmiyormuş gibi, diğer kediler de fırsat buldukça sağdan soldan tırmıklıyorlardı Edi’yi. Çünkü hepsi Balıkçı’nın ona karşı duyduğu sevgiyi kıskanıyorlardı. Hiç biri herhangi bir balıkçının sandalına binip, onunla birlikte denizde gezi yapmamıştı. Ama Edi’nin bir suçu yoktu ki bunda?

Balıkçı kayıklarının seslerinin duyulmasıyla Edi dayaktan kurtulmuştu. Hepsi rıhtıma toplanan kediler onu şimdilik unutmuşlardı. Ağlarını rıhtımda temizleyen balıkçıların attıkları balıkları kapıp yiyen kedileri gördükçe ağzının suları akıyordu Edi’nin. Karnı iyice acıkmıştı. Ağlar temizlenip, kedilere atılan balık kalmayınca da umudu iyice bitmiş ve birkaç yerinden akan kanların kurumasıyla iki renk çıktığı eve üç renk olarak dönüyordu.

Evin önüne giden Edi, Arap’ı uykudan uyanmış, gerinirken gördü. Gerindikten sonra da silkelendi köpek. Çevresine bakarken üzerinde kan kurularıyla gelen Edi’yi gördü. Çok az yaptığı şeyi yineleyerek gök gürültüsünü andıran sesiyle birkaç kez havladı. Bu onun kızdığını gösterirdi. Çok sakin bir köpek olmasına karşın, kızınca hep böyle yapar, gök gürültüsünü andıran sesiyle havlardı. Edi yanına yaklaşınca göz göze geldiler. İkisinin gözlerinde de sevgi şimşekleri çaktı. O ana dek kendini tutan Edi’nin gözlerinde iki damla yaş belirdi.

Koca köpek Edi’yi bir süre yalayıp kanlarını temizledikten sonra, onu iki ön ayağının arasına yatırmış, sanki küçük çocuğunu kucaklamış, sevgi dolu bir baba gibi bağrına basmıştı. Sabaha dek açlıktan ve Balıkçı’nın üzüntüsünden uyuyamayan Edi, bu sevgi sıcaklığıyla bir an açlığını unutup uykuya dalmıştı. Sahibi, elinde büyük bir parça ekmekle kapıya çıktığında Arap bunun kendisi için olduğunu anlamıştı. Yavaşça sağ ön bacağını çekerek başını yere bıraktı Edi’nin ve gidip sahibinden ekmek parçasını aldı. Yarısından fazlasını yedi, karnı tam doymamıştı ama kalanını da Edi’ye bıraktı. Onun aç olduğunu çok iyi biliyordu. Balıkçı’nın dönmediği sabahtan beri onun hiçbir şey yiyemediğini, üstündeki kanların kapacağı bir tek balık için olduğunu da biliyordu.

Ertesi gün sokaklarda, belki birileri yemek artıklarını dökmüştür diye gezerken hiç ummadığı bir şey geldi başına. Sırtına gelen bir taşla havalanıp, bir kez de yuvarlanmıştı. Ne olduğunu anlamak için baktığında da Zıpır Ali’nin kendisine ikinci taşı atmak için hazırlandığını gördü. Bir yandan da hem Balıkçı’ya hem de Edi’ye sövüyordu Zıpır Ali:

“Namusuz kedi seni. Namusuz balıkçının namusuz kedisi. Madem benim olmadın, ben de seni kimseye yar etmem. Öldüreyim de gör sen. . . Al sana” deyip savurduğu taş, Edi çevik davranıp kenara sıçramasaydı tam başına gelecekti. O hızla ve o büyüklükteki taş gerçekten öldürebilirdi zavallı kediyi. Edi, tüm gücüyle koşarak oradan uzaklaştı. Diğer kedilerin kıskançlığı derken bir de bu Zıpır Ali’ninki çıkmıştı başına. Bir yandan koşup bir yandan da içinde bulunduğu bu durumda ne yapacağını düşünüyordu Edi.

Kardeşi durumu bildiği halde kendisinden artırıp yiyecek bir şeyler getirmiyordu ona. Büdü, sahibinin verdiği yiyeceklerden bir kısmını Edi için saklamak istese de, büyümekte olan yavruları ayırdıklarını yiyorlardı. Ünal da yanlarındaki binada aç bir kedi olduğunu bir türlü düşünemiyordu. Üçüncü akşam yine aç ve yalnız yatacaktı Edi. Boş yatağa dalgın gözlerle bakıp Balıkçı’yı anımsıyor ve hüzünleniyordu. Uykusuzluğa daha fazla dayanamayıp gözlerini kapadı.

Balıkçı gelmediği için onun yakın arkadaşlarından biri Edi’ye sahip çıkmıştı. Onu evine götürüp eşine tanıttıktan sonra, karnını ciğerle doyurdu. Adam Balıkçıdan da cömertti. Sabah balıktan gelişlerinde en güzel balıkları ona verip kalanını satıyordu. Ağ toplamaya giderken onu da yanında götürüyordu. Evin çocuğu kucağından indirmiyordu Edi’yi. Çok mutluydu kedicik. Yeni sahipleri de onu en az eski sahibi Balıkçı kadar seviyorlardı. Bu mutluluk çok uzun sürmedi. Rüyalar ne kadar uzun sürebilirdi ki? Bir sıçanın tıkırtısıyla uyanmıştı Edi. Gördüğünün rüya olduğuna çok üzülmüştü. Bu rüyasını bozan sıçanın arkasına düştü. Hem karnını doyuracaktı ve hem de bu güzel rüyasını bozan sıçandan öcünü alacaktı. Çatıya çıktı, sabah olduğunda hâlâ peşinde koşuyordu. Tüm uğraşına karşın yakalayamamıştı sıçanı. Daha sonra da bir yerlere saklanan sıçan kurtulmuştu Edi’nin pençelerinden.

Bir yandan uykusuzluk bir yandan açlık, yavaş yavaş halsizleştiriyordu Edi’yi. Kendisinin sıçan falan yakalayamayacağına iyice inandıktan sonra iskeleye gitmeye karar verdi yine. Bir iki balık kapıp karnını doyurmaktan başka çare yoktu. Belki gece rüyasında gördüğü adama da rastlarım diye düşündü. Rüyasının gerçek olabileceğini umuyordu. Balıkçı’nın yakın dostu olan bu adam, Edi onunla birlikte kahveye gittiğinde kendisini birkaç kere sevmişti.

Yine balıkçılar dönmeden gitmişti rıhtıma. Kendisini döven iri kedi ve onunla birlikte birkaçı daha gelmişlerdi. Gidip yakındaki bir palamar taşının* arkasına saklandı. Gözleri Balıkçı’yla birçok kez birlikte dolaştığı denize bakıp daldı. Süt liman dedikleri bir hava vardı. Balıkçılar, deniz böyle süt limanlık olduğunda, onu tanımlarlarken: “karınca su içer” derlerdi. Edi kendisini ilk kez denize atan Zıpır Ali’yi düşündü. Ne isterdi bu çocuk zavallı hayvanlardan. Acaba annesi, babası onu çok mu dövüyorlar da bize böyle düşmanlık yapıyor diye düşündü Edi.

İkinci kez atılmıştı denize Edi. Buna atılmak da denilemezdi pek. Çok sıcak bir yaz günü, pek denize girmeyen yaşlı Balıkçı o gün soyunup yüzmeye başladığında ona bakıp miyavlamıştı Edi.

“Sende mi yüzmek istiyorsun yoksa?” diye ona soran Balıkçı gelip Edi’yi kumsaldan alıp, kıyıdan epeyce uzaklara kadar götürüp bırakmıştı. Kedilerin çok iyi yüzdüğünü bilmesine karşın o da kıyıya dek yanında yüzmüştü Edi’nin. Kedicik kıyıya çıkmayıp yeniden derin sulara doğru yüzmeye başladığında Balıkçı onun bu haline kahkahalarla gülmüştü. O gün tam bir saat suda kalmıştı balıkçıyla birlikte Edi.

Dalgın gözlerle bunları düşünen Edi, ağlarını toplamaktan dönen balıkçı kayıklarının motor seslerini duyunca kendine geldi. Yüreği de güm güm atıyordu. Geçen sefer yediği tırmıkların acısını halen duyabiliyordu bedeninde. Genç balıkçılardan biri gelmiş rıhtımda ağlarını temizlemeye başlamıştı. Diğer kediler kendilerine balık atacak balıkçıya dikmişlerdi gözlerini. Sağa sola bakmadıkları için, gözlerini kendilerine dikip, korkuyla yanlarına yaklaşan Edi’yi görmüyorlardı. Bir iki kedi kaptıkları balıkları yerken iri kedi balık kapamamanın kızgınlığını yaşıyordu. Bu kez kesinlikle kendisi kapmak için hazırlık yapıyordu. Yaptığı hazırlık da sağındaki ve solundaki kedilere birer sıkı tırmık atıp onları korkutmaktı. Balıkçı, irice bir lapinaya bakıp, satılık balıkların içine koyup koymamakta duraksadı. Yüz gram ağırlığında vardı Lapina. Mavi, yeşil, kahverengi renklerle gökkuşağı gibi rengârenkti. Görünüşü güzel olan bu balık biraz kılçıklı biraz da lezzetsiz olurdu. Balıkçı atsa diye gözünün içine bakan iri kedi bir yandan da düşler kurup yalanıyordu.

Genç balıkçı, kendisine yanık yanık bakan iri kediye acıyıp lapinayı rıhtıma attı. Diğer kediler bu yüz gramlık lapina yüzünden başlarına geleceği çok iyi bildiklerinden, atılan balığı kapmak için en küçük bir devinim göstermemişlerdi. O yüzden de atılan balığın kendi kısmeti olduğuna inanan iri kedi yavaş davranmıştı. Onun bu yavaşlığından yararlanan Edi, tüm kedi çevikliğini kullanıp kapıvermişti balığı. Neye uğradığını şaşıran iri kedi, kendisinin balığını kapma yürekliliğini gösteren kediye baktığında, onun üç gün önce kendisinden bir güzel dayak yiyen Balıkçı’nın sevgili kedisi Edi olduğun gördü. Ağzında yüz gramlık balıkla ne kadar kaçabilir diye düşünüp, gözlerinde alaylı bir gülüşle, ağzında balıkla henüz kaçmak için davranmayıp ne yapacağını düşünen Edi’ye baktı. Gözlerindeki öylesine acımasız bir gülüştü ki, Edi korkudan bir an ağzındaki balığı bırakıp tüm hızıyla kaçmayı düşündü.

İri kedi de Edi’nin ne düşündüğünü anlamış hiç acele etmiyordu. Hatta balıkçı tarafından kendi ayaklarının dibine atılmış küçük bir izmariti kapmak için hiçbir çaba göstermemişti. Sesinin tüm gücüyle öyle bir bağırdı ki iri kedi, yalnız Edi değil, orada bulunan kedilerin hepsi korkudan büzülüp kalmışlardı. Edi’nin bu bağırıştan korkmaması olanaksızdı. Ağzındaki balığı bırakmış, hiç olmazsa bari dayak yemeyeyim diye, tam kaçmaya hazırlanırken tepesinde bir gök gürültüsü duyup olduğu yere çakılmıştı. Aslında bu gök gürültüsü değildi; o gün kardeşi Büdü’ye bu olayı anlatırken öyle söylemişti Edi.

Bir süre geçtikten sonra korkuyla başını geriye doğru çeviren Edi, Arap’ın tüm görkemiyle arkasında durduğunu. İri kedinin büzülüp almaktan caydığı lapinayı ağzına alarak, kendisine “gel benimle” der gibi baktığını gördü. Birlikte Arap’ın yattığı yere gittiklerinde, koca köpek keskin dişleriyle balığı yarısından bölüp, kuyruk tarafını Edi’nin önüne koydu. Yarısını da kendisi bir güzel yedi.

Günlerden beri ilk kez karnını doyurabilmişti Arap’ın sayesinde Edi. Bugün tamam da yarın ne yapacağız acaba diye düşündüğünde, bundan sonra iskeleye Arap’la birlikte gitmek geldi aklına. Öyle de yaptılar ondan sonraki iki gün.

Ertesi gün gittiklerinde başlarından geçen olay Edi’nin çok hoşuna gitmişti. Onu kimden duysa gülmeden edemiyordu. Kedileri bile güldüren bu olay şuydu: Kedilerin korkuyla yanına sokulabildikleri Arap, hiç hak geçirmeden hepsinin eşit doyacağı biçimde atılan balıkları kapmalarını sağlamıştı. Hatta iri kediye biraz torpil yapıp onun bedeninin gereksinimini göz önüne alarak biraz daha fazla balık kapmasına izin vermişti. Kendisi de iri kedi kadar balık yiyip daha sonra sahibinin vereceği ekmekle karnını doyurmuştu. Arap’ın sağladığı bu hakça bölüşümden sonra, komik olay şöyle gelişmişti. Rıhtımdan ev dönerlerken Edi çok neşeliydi. Hiç olmazsa sabahları karınlarını doyurabilme olanağını Arap’ın sayesinde bulabilmişti. Hoplaya zıplaya kendi evlerine doğru giderken karşıdan gelen Zıpır Ali’yi gördü Edi. Başka zaman olsaydı kaçıp kendisine bir zarar vermesi için önlem alırdı. Özellikle kaçmayıp onun kendisine sataşmasını bekledi. Zıpır Ali, nasıl olsa yine taş atacak ya da bir sopa bulup kendisini kovalayacaktı.

Tam da düşündüğü gibi oldu. Edi’yi gören Ali yerden bir taş kapıp:
“Ulan namusuz kedi, ben sana karşıma çıkmayacaksın demedim mi?” deyip bir taş fırlatmaya kalktı. Bunu gören Arap öyle bir havlayıp üzerine yürüdü ki, Ali’nin eli havada kaldı. Çocuk zor kaçtı elindeki taşla. Onun korkup kaçması değil de, asıl, annesinin komşusuna söylediğiydi. Ali, Arap’ın korkusundan donuna işemişti. O günden sonra bunu duyan çocuklar ona “Çiş Ali” adını taktılar. Edi’nin güldüğü olay buydu işte.

Ali’nin olayından bir gün sonra Arap’la Edi rıhtımdan döndükten sonra yine koyun koyuna yatmışlar, soğuyan havada birbirlerini ısıtmaya çalışıyorlardı. Ünal’ın yıldırım gibi koşarak eve doğru geldiğini gördüler. Çocuk, bir yandan koşuyor bir yandan da bağırıyordu.

“Anne, Hüseyin dayım gelmiş” bunu yineleyerek eve girdiğinde o, Edi de Arap da ayağa fırlamışlardı bile. Koşarak kahvehanelerin olduğu yere gittiler. Giderken onları gören Çişli Ali feryat ederek yeni çıkmış olduğu evlerinin önünden geriye dönüp kendisini kapılarından içeriye zor attı. Ali:

“Anne, yetiş gene geliyor” diye bağırıyordu eve gerisin geri girerken.

Kahvenin önüne gittiklerinde herkes köyün sevilen insanlarından biri olan Balıkçı’nın başına toplanmışlardı. Balıkçı olanları anlatıyordu çevresini saran kalabalığa:

“Takılan ağımı kurtarmaya çalışırken fırtına patladı. Baktım ağ kopmuyor, sandala aldıklarımı da denize geri attım. Motoru çalıştırmak istedim ama ıslanan bujiler yüzünden bunu yapamadım. Küreklere asıldım, kıyıyı bir türlü yakalayamıyordum. Epeyce uğraştıktan sonra yapacağım pek bir şey olmadığını anlayıp bıraktım kürekleri. Çok da yorulmuştum bu arada. Karşı kıyıya yaklaştıkça dalgalar büyüyordu. Kıyıya yanaşabilmem olanaksızdı ve sandalım hızla kayalık bir yere doğru gidiyordu. Sonunda kayalara çarpan sandal delindi. Ben epeyce bir uğraştan sonra bir kayanın üzerine tırmanabildim” Balıkçı bu sırada kendisine miyavlayan kedisini gördü ve gözlerinde bir sevinç şimşeği çaktı. Onu kucağına alıp sırtını okşadıktan sonra konuşmasını sürdürdü. “Ertesi gün beni bulduklarında, halen fırtınanın dinmesini bekliyordum, denizin ortasındaki o kayanın üstünde. Fırtına yavaşlayıp beni oradan aldıklarında yürüyecek durumda değildim. Bir sandala koyup iskeleye götürdüler. Oradan da bir minibüse atıp hastaneye.”

“Bizi çok korkuttun” dedi balıkçı arkadaşlarından biri.

“Açıkçası ben de korktum arkadaşlar. Diyeceksiniz ki yalnız, yaşlı bir adamsın. Ölsen ne olur? Belki haklısınız ama inanın umudumu yitirdiğim zaman, bu kış günleri birlikte yatıp birbirimizi ısıttığımız Edi’yi ve kapımın önünde yatıp benim balıktan dönmemi bekleyen şu Arap’ı düşündüm hep. Onun için de Edi ve Arap’la birlikte biraz daha yaşamak istedim. Demek dedim kendi kendime, hayvanlar da insanları yaşama bağlayabiliyorlar.” Balıkçı bunları söylerken Arap onun ellerini yalıyor, Edi bacaklarına sürtünüyordu. . .



*Palamar taşı: Eskiden gemi halatlarının bağlandığı, bir bölümü kuma gömülmüş silindir biçiminde beyaz mermer.

Hasan ÖZTÜRK
editor@minikpati.com

Tüm Hikayeler