Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Hikayeler

31/01/2007 Sürgün Günleri -III-

Kerem’i koyduğu çuvalın ağzını sıkıca bağlayan kadın, isteksizliğine karşın, kocasını zorla, kediyi komşu kente kadar götürüp bırakmaya razı etmişti. Çuval içerisindeki Kerem’i bagaja koyarak yola çıktılar. Adam, eski sahibi gelip alıncaya dek bir kediye bakamadıkları için üzgün, kadın ise “uyuz kedi” dediği Kerem’den kurtulacağı için çok sevinçliydi.

Kerem kapatıldığı çuvalın ağzı da bağlandıktan sonra sıkıcı bir karanlık içerisine düşmüştü. Bu yapay karanlık onu çok ürkütmüştü. Niye bir çuvalın içerisine kapatılmıştı; üstelik de sıkıca bağlanmıştı çuvalın ağzı? Bunun nedenini düşünmeye başladı Kerem. Kadının kendisine gösterdiği acımasız tavırdan buralardan sürgüne gönderileceğini düşündü ve yüreği burkuldu. Seyrek dokunan çuvala sızan ışık biraz olsun avutuyordu onu. Gözleri de yavaş yavaş alıştığı için görme yeteneği de artmıştı. Son bir kez görmeye çalıştı çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği evi ve Elvan’ı düşündü. Buralardan ayrıldığında mavi boncuklu sevgilisi Aslı’yı ve yüzlerini görmediği yavruların babasız büyüyeceklerini düşündü. O bunları düşünürken ev sahibi adam Kerem’in içerisinde bulunduğu çuvalı alıp eşiyle birlikte arabalarının olduğu yere getirdi. Bagaja kapatıldığında ise dünyası iyice kararmıştı. Arabanın homurtulu sesini duydu Kerem, daha sonra da kendisi için bir bilinmeze doğru yola çıktı otomobil.

Üç saat kadar sürmüştü araba yolculuğu. Arabayı durdurup Kerem’i çuvaldan silkeleyerek çıkardığında ev sahibi kadın, sanki özel olarak onun düşmesi için uğraşmıştı. Kendini toparlamaya vakit bulamadan sırt üstü yere düşen Kerem, atik bir devinimle kendisini toparlayıp dört ayağı üzerinde durdu. Kadın’ın yüzüne, onun gözlerinde ne göreceğini bildiği için hiç bakmadı. Adamın yüzüne baktığında onun gerçekten üzgün olduğunu gördü. O adama bakarken kadının:

“Ne bakınıyorsun uyuz kedi” deyip karnına yapıştırdığı tekmeye karşı önlem alamamıştı. Top gibi havaya zıplayan Kerem, yeniden dört ayağı üzerine düştü.

“Hem sokaklara atıp, açlığa terk ettin zavallıyı, bir de tekme atıyorsun hanım. Neden böyle acımasızsın sen?”

“Senin gibi merhametli ve sulu göz olmamı mı istiyorsun? Hayatta acımasız olmazsan herkes tepene biner. Kaç yıldır bir müdür olamadın bankada. Herkes hakkını yiyor, sen sesini çıkaramıyorsun bile. Mıymıntılığın yüzünden hakkını yediriyorsun herkese. Bu kediye bari hakkını yedirme. O küçücük evi bununla bölüşüp ikide bir kedi maması, manca alıp boşu boşuna para ödemenin gereği var mı?”

“Yaşam senin anladığı kadar basit değil” deyip arabasına doğru yürüdü adam. Arabaya binerken de kendilerinden uzaklaşmaya başlayan Kerem’e bakıp: ”Haydi hoşça kal kedicik” dedi.

“Gidişi olsun da gelişi olmasın inşallah” diye nefret dolu bir ses tonuyla konuşan kadın da kocasının arkasından arabaya doğru yürüdü.

Kerem’i kentin içerisine bile bırakmamışlardı, herhalde kadının işidir bu diye düşündü kedicik. Varoşlara doğru yürürken karnı da acıkmıştı. Bir kilometre kadar yürüdü, evlerin yanına gelmişti. Çevresine bakındı, kedi göremedi; birkaç köpek vardı başıboş dolaşan. Birinin önünde küçük bir çöp yığını vardı, orada yemek için bir şeyler arıyordu. Yavaşça sokuldu çöplerin olduğu yere doğru Kerem. Köpek onun geldiğini görmüş, başını kaldırıp Kerem’e bakmıştı. Kerem korkmuş ve oraya daha fazla yaklaşmadan durmuştu. Yemek için orada bir şey bulup bulamayacağını bilmiyordu, bir kavgayı göze almanın gereği var mıydı şimdi? Köpek zayıftı ama iri bir şeydi. Kedilerle bile kavga etmesini bilmeyen Kerem, bu koca köpekle nasıl kavga edebilirdi. Korkmuştu doğrusu. Orada durup köpeğin gitmesini bekledi, o ayrıldıktan sonra çöplerin yanına kendisi gidecekti.

Bu siyah tüylü köpek bir süre baktı Kerem’e. Kerem korkmuştu köpeğin kendisine saldıracağını düşünüp. Dikkatli bakınca koca köpeğin bakışlarında her hangi bir düşmanlık izi göremediği gibi, dostça pırıltılar fark etti. Köpek üç dört metre kadar geri çekilip çöplerin yanından ayrılmıştı. Bakışlarında, ”gel sen de bir karıştır çöpleri, belki bir şeyler bulabilirsin” der gibi bir anlam vardı. Yavaş adımlarla oraya doğru yaklaştı Kerem. Çöpleri karıştırdı ama işine yarar bir şeye rastlayamamıştı. O da birkaç metre uzaklaştı çöplükten. Köpek onun korkutmamaya çalışarak yanına yaklaştı, bir şeyler anlatmak istiyordu. Biri köpek, diğeri kedi olduğu için aynı dili konuşamıyorlardı. Köpek kente doğru birkaç adım atıp durdu ve Kerem’e baktı. Kerem onun ne anlatmak istediğini düşünürken köpek yine birkaç adım atıp geriye dönüp ona baktı. Kerem, kendisinin peşine takılmasını anlatmak istediğini anladı köpeğin. Koşarak yanına gitti. İkisi birlikte varoşları geçip kentin içlerine doğru ilerlediler. Çevreyi denetleyen köpek kimsenin olmadığını görüp burnuyla bir çöp bidonunun kapağını açtı. Bidonunun kapağını kaldırmayı başarmıştı ama bu arada burnu da kesilmişti. Kanayan burnuna baktı Kerem, yalamak istedi kanı ama, buna razı olmadı Köpek ve onun bir an önce çöp bidonuna atlamasını istedi; hatta, burnuyla da bidonun içerisine girmesine yardımcı oldu. Bu sırada Kerem’in tüyleri kanlanmıştı. Çöplerin içerisindeki naylonları pençesiyle yırtan Kerem birinin içerisinden çıkan fazla sıyrılmamış tavuk kemiklerindeki etleri yemeye başladı. Öyle dalmıştı ki aç karnını doyurmaya, kendisine bu iyiliği yapan köpeği unutmuştu. Utandı kendisinden. Dişlerinin arasına aldığı, içerisinde tavuk kemikleri olan poşetle fırlayıp çöp bidonundan dışarıya çıktı. Köpekle birlikte yemeye başladılar tavuk kemiklerini. Bugüne dek hiç yememişti böyle uğraştırıcı bir yiyecek Kerem; yine de çok hoşuna gitmişti. Karnını doyururken bir yandan da yeni arkadaşına bakıyordu göz ucuyla.

Bu keyifleri çok uzun sürmedi. Yoldan geçmekte olan iki yetişkin çocuk bir yerlerden buldukları taşları, mermi gibi köpeğin üstene yağdırmaya başladılar. Bu saldırıdan Kerem de hakkına düşeni fazlasıyla almıştı. Birlikte koşarak oradan uzaklaştılar. Biraz gittikten sonra arkalarına baktıklarında gelen giden yoktu. Bir kıyıya çekilip dinlendiler. Köpek gündüz vakti bidonları açıp içinde yiyecek aramanın tehlikesini biliyordu. Kedinin kötü durumda olduğunu anlayıp böyle bir şeye girişmişti bugün. Bu işi gece, kimselerin ortalıkta olmadığı zamanlarda yapardı o. Birlikte karanlığın çökmesini beklediler. Gece olunca da yine kentin ve sokakların yabancısı olan arkadaşını peşine takıp çöp bidonu bulmak için yola koyuldular. Buldular da, hele bidonlardan birinde bütün bir ekmek vardı; biraz bayattı ama onlar için hiç önemli değildi, sorunları aç karınlarını doyurmaktı. Bir güzel yediler ekmeğin yarısını. Diğer yarısını da ağzında, yatacakları kuytu yere kadar getirdi köpek. Daha önceden bulmuştu burayı, kente bırakıldığından beri orada yatıyordu köpek. Yıkık bir evin çökmemiş kısmında, içine birkaç da paçavrayla yayıp kendisine bir yer yapmıştı Kerem’in yeni arkadaşı. Bu yeni arkadaşına, kendisine gösterdiği yakınlıktan dolayı “Dost” adını taktı Kerem. . .

Dost’la Kerem yazı birlikte geçirdiler. Yıkık evdeki yuvaları, yerine apartman yapılmak üzere yıkılıncaya dek yer sıkıntısı çekmemişlerdi. Dozerlerin yuvalarını yıkışını birlikte izleyip yeni bir yer aramaya başladılar. Bunun için kent dışına çıkmaları gerekti. Bu da, her gece çöp bidonlarında yiyecek aramak için uzun bir yol yürümelerine neden oluyordu. Varoşlarda da birkaç bidon vardı ama içlerinde yemek ve ekmek artığı bulmak çok zor oluyordu. Kemikler sonuna dek sıyrılıyordu, yemekler yiyenlere az geldiği için artırılması söz konusu değildi; onun için de şehir merkezine gitmek zorundaydılar Dost’la Kerem. Karınlarını doyurmak için bunu yapmaları gerekiyordu. Dost’un üstü başı Kerem’le tanıştıklarında da pisti ama şimdi iyice değişmekteydi rengi. Kerem ise ne kadar yalanırsa yalansın üstündeki kirleri çıkaramıyordu. Eskiden tertemiz olan tüyleri, kirden, bakımsızlıktan ve zayıflamaya başladığından parlaklığını iyice yitirmişti.

Her türlü zorluğa katlanarak süren yaşamları birden kararmaya başlamıştı. Kentin belediyesi bidonların yerine tüm kente konteynır denilen çöp kapları koymaya başlamıştı. Bunları burnuyla açamıyordu Dost. Bu durumda açlık günleri başlamış oluyordu iki arkadaş için. Birlikte hırsızlığa çıkmaya karar verdiler. Açlık hiçbir şeye benzemiyordu; ancak üç gün dayanabilmişlerdi midelerinin kazınmasına. Bir gün fırından dönen küçük çocuğun elinden ekmeği çalıp kaçmıştı Dost. Daha sonraki gün büyükçe bir balık çalmıştı tezgâhtan Kerem. Bu durumlara alışkın olmayan Kerem’e çok zor geliyordu başkalarına ait şeyleri çalmak. Yerken boğazına diziliyordu çaldıkları. Zaten ikinci gün gittiğinde başka bir balıkçı tezgâhının yanına, kocaman bir taş yemişti, az daha kırılıyordu bel kemiği. Barınağa kadar zor yürüyebilmişti o halde. Şimdi de kendilerine yuva edindikleri kötü bir ağaç kovuğunda yatıyorlardı. Dost yalnız başına ikisinin karnını da doyurmak için uğraşıyordu. Daha çok fırınların yakınında pusuya yatarak küçük çocukların ve yaşlı insanların elindeki ekmeği çalıp kaçıyor; bununla kendi karnını doyurup bir bölümünü de arkadaşı Kerem’e getiriyordu.

Sürgün günleri iki arkadaş için de çok zorlu geçiyordu. Önleri de kıştı. Kışın barınmak ve karınlarını doyurabilmek yaza göre daha zor koşullarda olacaktı, bunu iyi biliyordu Kerem’in arkadaşı Dost. Yine de morali bozulmasın diye bu durumu Kerem’e hiç belli etmiyordu. Böyle kötü günlerde yaşamını sürdürenler ne denli az şeyi kendilerine dert edinirlerse o kadar az üzülürler; böyle şeyleri çetin yaşam koşullarında öğrenmişti Dost. Kerem, beline yediği taş yüzünden kötü barınaklarda geçirdiği bir hafta da canı çok sıkılarak vakit geçirmişti. Yaşam savaşını verirken ayrılmak zorunda kaldığı sevgili Aslı’yı pek fazla getirememişti aklına. Hareketsiz kaldığı o bir hafta boyunca durmadan Aslı’yı düşündü. Onu hiç aramadığı için, kendisi için kim bilir neler demiştir mavi boncuklu güzel Aslı’sı. Onun ne kadar hayırsız olduğunu, çocuklarını bile bir kez olsun görmeye gelmediğini söylemiştir yetim büyüyen yavrularına. Haksız da değil diye düşündü Kerem. Hatta kendisinden öç almak için başka bir sevgili bulmasına bile hak verdi Aslı’nın. Hak verdi vermesine ama yüreğinin acıyla burkulduğunu duyumsadı o an. Onu sürgüne gönderen ev sahibi kadına bir kez daha kızdı. Kızmaktan başka bir şey yapamıyordu. İnsanlar olsa ne biçim söverlerdi öyle bir kadına; Kerem kedi olduğu için ne küfür bilirdi ne de kötü bir söz. Sokağa kedi köpek atmasını da bilmezdi hayvanlar. Ev sahibi kadının konuklarına söylediklerini duyduğunda çok korkmuştu insanlardan Kerem. Kadın, Elif’in tutukluluğu konuşulduğunda neler demişti öyle? Avukat’ın söylediğine göre öyle kötü şeyler yapmışlardı ki Elvan’a, inanılacak gibi değildi. İnsanın insana, hele bir kadına yapılmayacak eziyetlerdi bunlar. Ne biçim işler bunlar böyle, hem aklı, hem beceriyi bunlara verdikten sonra niye böyle korkunç işler yapmalarına izin veriyor Tanrı diye düşündü.

Belinin ağrısı geçtiğinde bir haftalık sıkıntısını gidermek için dışarılara çıkmıştı Kerem. Sonbahar gelmiş, yapraklar yavaş yavaş sararıyordu. Güneş bulutların arkasından çıkıp, kendisini biraz gösterdikten sonra yeniden kayboluyordu. Biraz yürüyüp sokakları dolaşan Kerem yorulduğunu anlayıp geri dönmeye karar verdi. Bel kemiği ağrımış, o kadarcık yol bile onu halsiz düşürmüştü. Derme çatma barınaklarına geldiğinde çok yorulmuştu. Uzanıp biraz dinlenmek üzereyken dışarıda tuhaf bir soluma sesi duydu. Meraklanmıştı; duyduğu bu sesin ne olduğunu görmek için başını barınak kapısından dışarıya uzattığında gözlerine inanamadı. Arkadaşı Dost, sürünerek kulübeye yaklaşmaya çalışıyordu. Koşarak ağzından salyalar akan Dost’un yanına gitti Kerem. Başıyla ve gövdesiyle iterek ona yardım etti ve barınaklarına girmesini sağladı.

Kerem arkadaşına ne olduğunu anlayamamıştı. Zavallı Dost, hayatında ilk kez el kadar bir et parçası görünce gözleri parlamış, bu ziyafete bir an önce konmak için de kısmetinin üzerine tüm hızıyla gitmişti. Bunun ölüme gidiş olduğunu bilmiyordu zavallı. Yemeğe başladığında, bir köpek için tadına kolay kolay doyulamayacak bu et parçasının sonlarına gelmişti. Tam bu sırada kader arkadaşı Kerem’i anımsadı. Kalan eti dişlerinin arasına kıstırıp barınaklarına doğru yürümeye başladı. Çok geçmeden başı dönmeye, içi bulanmaya başlamıştı Dost’un. Yolda iki köpek ölüsü görmüş, morali bozulmuştu. Büyük bir gayret göstererek kulübeye yaklaştığında bacakları titremeye başlamıştı. Son gayretle birkaç adım daha attı ve yere yıkıldı. Anlamıştı öleceğini Dost. Ölmeden önce arkadaşına son bir kez görerek bu dünyadan öyle ayrılmak istiyordu. Kerem’den başka dostu yoktu, onun için öldüğünü anladığında son olarak bir dostun gözlerinin içine bakarak bu dünyaya hoşça kal demeyi düşünüyordu. Kerem’in yardımıyla barınağa girdiğinde arkadaşının gözlerinin içine bakarken tuhaf bir ses çıkardı. “Ölüyorum arkadaşım” mı diyordu, yoksa “yaşamım boyunca güzel bir gün göremedim” mi diyordu. Belkide: ”Kırk yılda bir, el kadar bir et parçası buldum, o da boğazımda kaldı” mı diyordu bunu anlayamadı Kerem. Anladığı bir şey vardı, ölecek olan arkadaşı, her şeye karşın kendisini zorlayarak, onu son bir kez olsun görmeye gelmişti. Dostunun yüzüne baktığında Kerem’i en çok şaşırtan şey, onun göz pınarlarında biriken sonra da süzülüp toprağa düşen gözyaşlarıydı. Ve Kerem, ”demek köpekler de ağlarmış” diye düşünmekten kendisini alamadı.

Bu olay Kerem’i çok etkilemişti. Arkadaşını ölüsünü birkaç gün bekledi ve aynı barınakta kaldı onunla. Daha sonra Dost’un ölüsü kokmaya başlamıştı; bu arada sinekler de üşüşmeye, Kerem’i de rahatsız etmeye başlamıştı barınakta. Oradan ayrılmak zorunda kaldığında nereye gideceğini bilemeyen Kerem, bir sağa bir sola yürüdü. Yavaştan çiselemeye başlayan yağmurda ıslandığını görünce bir barınak bulmak için hızlı hızlı yürüyüp sığınacak bir yer aradı. Yoktu, kendisini yağmurdan koruyacak bir barınak bulamıyordu. Bir evin yağmur almayan, üstü örtülü kapısının önünü görünce koşup oraya büzüldü. Bu geçici çare ona pahalıya mal olmuş, apartmanın kedi sevmeyen kapıcısı elindeki faraşı gücünün yettiği kadar sallayarak kafasına indirmişti. O da ”uyuz kedi” demişti kafasına faraşı indirirken. Yine sokaklara düştüğünde yağmur azalmıştı; biraz sonra da dindi. Arkadaşının acısından açlığını birkaç gündür unutan Kerem, şu anda anımsamak zorunda kalmıştı, çünkü bağırsakları guruldamaya, bacakları da dermansızlıktan titremeye başlamıştı. Biraz ileride kalın bir su borusu gördü. Gidip denedi, rahat girebiliyordu içine. Burada kalabilirim daha sonra deyip karnını doyurmak için yollara bir kez daha düştü. Yiyecek bir şey yoktu. Bir bahçeye girip orada bulunan otları yemeye başladı, açlığı geçer gibi olunca da gidip daha önce gördüğü su borusunun içine girip uykuya daldı. Çok geçmeden karın ağrısıyla uyandı, yediği otlar karnını ağrıtmıştı. Sabaha dek karın ağrısıyla kıvrandı.

Ertesi sabah uyandığında soğuk bir hava vardı. Koşup ısınmak istedi, gücü yetmiyordu buna. Zorunlu olarak, yavaş yavaş yürüyerek kentin merkezine geldi. Bir kasabın önünde durup ağzının suyu akarak vitrindeki etlere baktı. Yanında iki kedi daha vardı onun gibi ağızları sulanarak vitrine bakan. Baktı ki vitrindeki güzellikleri izlemenin bir yararı yok, kendisine gidip yiyecek bir şeyler bulmak için yürümeye başladı. Sokaklarda hiç köpek kalmamıştı, belediye hepsini zehirlemişti arkadaşı Dost’la birlikte. Yolda atılmış ya da düşmüş, biraz da çamurlanmış, yarım simit parçası gördü Kerem. Hemen durup ağzına alarak kimse görmeden yiyebileceği bir yere götürdü. Simidi yiyince birazcık gücü yerine gelmişti. Yiyecek aramaktan, ya da denk getirebilirse çalmaktan başka çare yoktu.

Elvanla birlikte geçen o mutlu günleri daha çok anımsamaya başlamıştı bu son günlerde. Gözaltına alındıktan sonra tutuklanmıştı Elvan. Altı ay kadar hapis yattıktan sonra, tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmişti. Annesinin babasının oturdukları kente gidip bir süre dinlenmiş, daha sonra da geçen yıl okuyamadığı ve son sınıfına gittiği okuluna devam etmek için hazırlık yapıyordu o gün. Çarşıdan birkaç parça bir şey almak için çıkmıştı dışarıya. Karşıdan gelirken onu görüp hemen tanıdı Kerem. Bir an düş görüp görmediğini düşündü, o da Elvan’ı düşünüyordu o an. Düş değildi, gerçekten çok sevgili arkadaşı Elvan geliyordu karşıdan. Koşarak Elvan’ın yürüdüğü yana gelirken az daha bir taksinin altında kalıp ezilecekti. Bu durumu Elvan görmüş ve bir çığlık atmıştı. Zayıf kedi ondan hiç umulmayacak bir çeviklikle kendisini kurtarıp Elvan’ın ayaklarının dibine düşmüştü. “Sokak kedileri böyle çevik oluyor demek? Benim Kerem olsaydı kurtulamazdı” diye düşündü Elvan. Kediyi sevmek istedi ama baktı ki çok pis bundan vazgeçti ve yürüyüp gitti. O daha yanından ayrılmaya başladığında Kerem acı acı miyavlamaya başladı. Elvan irkilerek durdu ve arkasına döndü; bu, sesi tıpkı Kerem’e benzeyen kedi onun babası olmasın sakın diye geçirdi aklından. Sonra bunun saçma bir düşünce olduğunu, böyle bir şeyin olamayacağını düşündü. Hem, olsa bile ne işe yarar böyle bir yakınlık deyip yeniden yürümeye başladı. Kedi, hem arkasından koşuyor hem de ona bir şeyler söyleyecekmiş gibi bağırıyordu. Yoldan geçenler de kedinin yaptıklarına ilgisiz kalamıyordu. Elvan durup kendisine iyice yaklaşmış olan kedinin gözlerine bir süre baktı. Kerem de umutla ona bakıyordu. Gözler aynıydı ama Elvan’ın tanıdığı Kerem’in gözlerini içi her zaman gülerdi, bu kedininkilerse yaşlıydı. Komşu kedilerden dayak yiyip veterinere gittikleri gün bile gülüyordu onun gözlerinin içi. Gittikçe daha fazla ağlamaya başlamıştı bu sokak kedisi, hem de Elvan’ın hiç görmediği biçimde, gözyaşlarını çeşme gibi akıtarak yapıyordu bunu.

Ne rengi, ne iriliği Kerem’e benzeyen bu kediye acıyarak bakan Elvan, şu anda bu sokak kedisini alabilecek durumda değildi. Akşama okulunun olduğu kente gitmek için otobüse binecekti. “Birkaç gün daha olsaydı buradan gidişime alırdım seni zavallı kedicik” deyip, gözpınarlarında biriken iki damla yaşı kimseye göstermemeye çalışarak ellerinin tersiyle silip, yeniden yürümeye başladı Elvan. Bir türlü arkasını bırakmıyordu onun Kerem, bu benim son şansım yeniden mutlu olmak için, yoksa kimse beni sokaktan evine alıp karnımı doyurmaz. Bir daha beni hiç kimse kucağına alıp sevmez diye düşünüyordu. Bir kez daha avazı çıktığı kadar ve sesine en acıklı havayı vererek miyavladı Kerem. Bu sırada Elvan’ın kafasında bir şimşek çaktı; bu üstü başı kir içinde olan kediye çok fazla yakından bakmamıştı, bir kedi sever olarak kınadı kendisini. Kerem’in en önemli özelliği patisiydi. Elvan döndü ve yere çöküp fazla parmaklı patisine doğru uzanırken kedisi ne yapacağını biliyormuş gibi ona sağ ön ayağını uzattı.

Durumu görüp onun Kerem olduğunu anlayan Elvan, bu kirli sokak kedisini kucağına alıp sıktı ve öpmeye başladı. Yoldan geçenler bu üstü başı tertemiz genç kızın yaptığına şaşkın şaşkın bakıyorlardı...
Hasan Öztürk
editor@minikpati.com

Tüm Hikayeler