Minik Pati, yardıma gereksinimi olan evcil hayvanların sahiplendirilmesi düşüncesiyle yapılmıştır. Sokakta da olsa, tehlikelerden uzak biçimde, sağlıklı olarak yaşayabilen hayvanların ilanları sitede yayınlanmaz. İlan sahibi, veteriner, konaklama, aşı parası gibi adlar altında, alıcıdan ücret talep edemez.

Hikayeler

07/03/2007 Kedili Adam


Bazen anneler çocuklarına: ”Yaramazlık yaparsan seni Kedili Adam’a veririm” derlerdi. Yanlış bir çocuk eğitimi olmasının yanında, aynı zamanda gerçeği yansıtmayan bir sözdü bu. Kedili Adam çocuklara zarar verecek bir insan değildi. Bugüne dek kimseye kötülüğü olmamıştı onun.

Nereden geldiğini kimse bilmezdi bu turizm ilçesine Kedili Adamın. Adını da ilçe polisinin dışında kimse bilmezdi. Herkesin ona Kedili Adam demesinin nedeni ise, yağdan parlayan kirli, cebinin kenarı yırtık ceketinin cebinde bir kedi taşımasıydı. Kedi büyüdükçe cebi dar geldiğinden kenarını yırtmak zorunda kalmıştı. İlçeye ilk geldiğinde yavru olan cebindeki kedi zamanla büyümüş, doğal iriliğe geldiği halde, onu halen cebinde taşırdı adam. Yaz kış çıplak ayakla dolaşan Kedili Adam cebindeki arkadaşı üşümesin diye bir yerlerden bulduğu paçavradan kılıf biçiminde bir giysi yapmıştı ona, kışları giydirirdi.

İlçedeki iyiliksever kişilerin acıyıp verdiği şeyleri yiyerek karnını doyuran adam, ilkin kedisi yemeden bir lokma koymazdı ağzına. Yatıp kalktığı belli bir yeri yoktu, nerede olsa kıvrılıp uyurdu. Kışın boş bir depoda ya da kimsenin oturmadığı bir bağ evinde kalır, herkes onun soğuk kış günlerinde nasıl ölmediğini merak ederdi. Hatta cebinde taşıdığı kedi bile onun bu haline şaşar, kendisine kış giysisi diken bu adama acıyarak ve sevgiyle bakardı. Adam tarafından Suzan diye çağrılan kedicik, iki yaşında ölen kızının adını kendisine koyduğunu bilmezdi. Bilseydi ona daha çok acırdı. Karısını, beş yaşındaki oğlunu ve iki yaşındaki kızı Suzan’ı bir trafik kazasında yitiren acılı adam, kullandığı otomobiliyle yaptığı bu kazadan sonra kendisini bağışlayamamış, aklını yitirmişti. Doğup büyüdüğü yerlerde gördüğü her nesne ona çocuklarını ve çok sevdiği eşini anımsattığı için de oraları terk edip bu ilçeye kadar gelmişti. Kimseyle konuşmazdı doğru dürüst, tek dostu ve ara sıra konuştuğu cebinde taşıdığı kedisi Suzan’dı. Aslında kediyi cebinde taşımasa da Suzan çok sevdiği bu adamın arkasından giderdi. Ama o, kedisinin sıcaklığını bedeninde duyumsamak için cebinde taşımayı yeğlerdi.

Yaşamı da kendisini cebinde taşıyan adamınkine çok benzediği için, onu kendisine benzetirdi kedicik. Suzan da annesini ve üç kardeşini bir trafik kazasında, daha doğrusu sürücü belgesi olmayan, acemi bir gencin kamyonla şoförlük öğrenmek için yaptığı bir çalışma sırasında yitirmişti. Kendisi bulduğu küçük bir topla oynamak için annesinden ve kardeşlerinden birkaç metre uzakta olduğu için bu kazadan kurtulabilmişti. Daha bir buçuk aylıktı Suzan. Annesi güneşte yatmış, gözleri kapalı, yarı uyku halinde dinleniyordu. Kardeşleri de gözlerini kapatmış, yarı uyku halindeki annelerinin memelerini emip karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Tam o sırada geri geri gelen kamyon, anneyi ve üç yavruyu arka tekerlerinin altına alıp pestil gibi yapmıştı.

Suzan ne yapacağını bilmez bir halde ortalarda kalmıştı. Daha hiçbir yeri bilmiyor, sütten başka şeylerle de karın doyurulabileceğine aklı ermiyordu. Erse bile nereden bulacaktı karnını doyuracağı yiyecekleri. İki gün böyle geçmişti. Belediyenin temizlik işçileri bir gün önce annesini ve üç kardeşini bir faraşa süpürüp çöp kamyonuna atmışlardı. Suzan korkudan çalıların dibine büzülüp kalmıştı, kendisini de aynı yere atacaklarını sanmış, çocuk aklınca saklanmıştı elinde çalı süpürgesi olan adamlardan. Bir gün dayanabilmişti açlığa. Zaten sokak kedisi olan annesinin, karnını zar zor doyurup biriktirebildiği sütle dört kardeş güçlükle doyurabildikleri için karınlarını, yarı açlığa alışıktı o. Tam açlığa da bir gün dayanabilmişti, o zamanlar adı olmayan Suzan. İkinci gün açlığa dayanamadığı için gücünün yettiğince bağırmaya başlamıştı. Yanından geçip gidiyordu insanlar ona hiç aldırmadan, birçoğu da neşeli kahkahalar atıyorlardı. Kendisini öyle perişan halde gördükleri hiç umurlarında değildi. Nasıl iş bu diye, çocuk aklıyla düşünüp bir anlam vermeye çalışıyordu insanların bu yaptıklarına.

Canına tak etmişti açlık ve bu sıcak yaz gününde susuzluk, dayanacak gücü kalmamıştı. Sesi de yavaş yavaş kısılıyordu, gücü azaldıkça sesi de zor duyulur olmuştu. Ölmeye yatacağım başka çare yok diye düşünmeye başladı küçük kedicik. Yine de umudunu kesmemeye çalışarak sesi bütünüyle kesilene dek bağırdı. Bitmişti, gücü kalmamıştı, yattığı bir ağacın dibinde bayılmak üzereyken bir adam yaklaştı yanına. Onu dikkatle, incitmeden avuçlarının arasına alıp bir şeyler mırıldandı ve kucağına alarak oradan ayrıldılar. Bir dükkânın önünde durdu ve bakkaldan süt istedi adam. Ona her gün yemesi için bir ekmek veren bakkal pek sevmemişti bu süt işini. İyilik olsun diye, onun ölmemesi için zaten her gün bir ekmek veriyordu. Bakkalın kedisi için süt vermek istemediğini anlayan adam, cebinden süt alacak kadar bir para bulup ona uzattı. Bugün birisi durumuna acıyıp eline sıkıştırmıştı bu parayı. Her gün yediği yavan ekmeğin yanına zeytin almayı düşünmüştü. Zeytini çok özlemişti, ziyafet gibi gelecekti bugünkü yemeği ona. Her gün yavan ekmek yemekten bıkmıştı.

Bir zamanlar para kazanabilen, ailesine sıkıntı çektirmeden bakan bir veterinerdi o. Üstelik sevgili eşi de çok güzel yemekler yapardı. Yaş günlerinde, evlilik yıldönümlerinde, kutlanacak belirli günlerde en iyi lokantalara gidip şaraplarını içip en güzel yemekleri yerlerdi eşiyle. Devlet dairesinde çalışan adam ayrıca dışarıda, özel bir veteriner kliniğinde de çalışıp para kazanırdı. Şimdi ise ekmeğin yanına alacağı birkaç yüz gramlık zeytinin parasını bakkala verip sokakta bulduğu bu siyah kedi yavrusuna süt almıştı.

Birlikte ilçeden dışarı çıkarlarken bir poşet bulup cebine koydu adam. Büyük bir çınar ağacının gölgesindeki yeşilliğin üzerine oturup kedisini yavaşça yere bıraktı. Poşetten yaptığı bir kaba süt boşaltıp kedisinin karnını bir güzel doyurdu. O gün akşama dek orada birlikte eğlendiler. Sütün kalanını poşete koyan adam kedisini de kucağını alıp ilçeye doğru yürüdü. Gittikleri yer terkedilmiş bir depoydu. Adam oradan daha önce soğuk havalarda giymek için sakladığı eski ceketini alıp giydi. Suzan diye çağırdığı kedisini sağ dış cebine koydu. Başı dışarıdaydı Suzan’ın. Adamın bu havada ceket giymesine hiç gerek yoktu, bu duruma kedicik de şaşırmıştı. Akşam da olmuştu bu arada. Depoda sakladığı, öğlenden kalan yavan ekmeği yiyerek ilçeye doğru yürüdü adam. Birlikte ilçenin her yanını gezdiler ikisi. Onu hemen herkes tanıyordu ilçeye gelen turistlerin dışında. Bazılar selam veriyor, bazıları alay ediyor, bazılarıysa veba mikrobu taşıyormuş gibi uzağından geçmeye gayret gösteriyordu adamın. Çevresindekilere hiç aldırmıyordu o: “Sen bu ilçeyi hiç gezmemişsindir Suzan, baban sana gezdirsin kızım” diyordu kedisine. Suzan’ın da hoşuna gitmişti bu gezi. Ölmeye yakın kendisine gülen bu şansı düşündükçe çok mutlu oluyordu.

Zamanla büyüyen Suzan adamın cebine sığmaz oldu. Adam cebinin kenarlarından biraz yırtarak kedisinin gündüz yaşadığı cepten evi büyüttü. Geceleri koynuna alıp yatardı Suzan’ı. Soğuk kış geceleri geldiğinde birbirlerini ısıtmış olurlardı birlikte yatarak. Adam çöplükte bulduğu eski bir pamuk yatağın üzerinde yatıyordu. Üstüne de bir iyilikseverin verdiği eski, kalın paltosunu örterdi gece yatarken. Ülkenin batısındaki bu ilçe çok soğuk olmazdı doğudakiler gibi. Yine de Şubat ayı soğuk ve yağışlı geçmişti. Üç dört yılda bir yağan kar bu yıl da yağmıştı ilçeye. Suzan ilk kez kar görüyordu. Beş santim kadar biriken karların üstünde oynayan Suzan, çevresindeki kuşları kovalayarak eğlenmişti. Kartopu oynayan çocukların sevinçlerini görüp çığlıklarını duydukça o da onlarla birlikte koşup mutlu olmuştu. Kendisini bir ağacın dibinden izleyen adam, çocuğunu izlercesine Suzan’ın mutluluğunu görüp duygulanıyordu. Suzan ona doğru yaklaştığında göz pınarlarının dolu olduğunu, biraz sonra da gözyaşlarının yanaklarına doğru süzüldüğünü gördü. Adamın bu haline çok üzülmüştü Suzan, gözyaşı dökmesini bilseydi eğer o da sahibiyle birlikte ağlayacaktı. Bunun için uğraştığı halde beceremedi. Birkaç acıklı miyavlamayla sahibine katıldı.

Soğuk Şubat ayından sonra bahar erken gelmişti, Mart ayında ağaçlar çiçeğe durmuş, güneş de bu ilkbahar başlangıcında kemiklerine dek ısıtıyordu insanları. İşte böyle havalarda ilk aşkı tatmıştı Suzan. Kedili adam kedisinin en doğal hakkı olduğunu biliyordu bu aşkın. Fakat kendisini düşündüren bir şey vardı. Yarın, Suzan’ın çocukları olduğunda ne yapaktı? Kendisine ve bir tek kedisine, onun bunun yardımlarıyla zor bakabilen Kedili Adam, o kadar yavruya nasıl bakabilirdi? Doğanın yasalarına karşı koymanın da ne denli zor olduğunu biliyordu. Baştan mı kısırlaştırması gerekirdi acaba Suzan’ı. Bunu düşündüğü anda içinin ürperdiğini duyumsadı. Kızı Suzan gelmişti aklına ve onu kısırlaştırmayı düşündüğünü sanmıştı Kedili Adam. Her zaman ikisinin arasındaki ilişkiye baba kız ilişkisi olarak bakmıştı çünkü. Durumu oluruna bırakmaya, Suzan’ın aşk mutluluğunu yaşamasına karar verdi.

Aşk, meyvelerini vermek üzereydi. Suzan’ın karnı şişmiş, yürüyüşü değişmeye başlamıştı. Kedili Adam bir yandan torunlarına nasıl bakacağını düşünürken bir yandan da dede olacağı için seviniyordu. Karım sağ olsaydı da bu günleri görseydi diye düşündüğü de oluyordu ara sıra. Sonra da aklı başına gelir kedisinin kızı Suzan olmadığını anlayıp üzülürdü. Giderek hareketleri ağırlaşan Suzan bir gün terkedilmiş depoda yavruladı. Annesi gibi dört yavru doğurmuştu. Yavruların hepsi de kendisine benziyordu. Annelerinin modeli olan yavrular Kedili Adam sayesinde karınlarını doyuruyorlardı.

Yaşlı ve yalnız başına yaşayan kedi dostu bir kadın ise Kedili Adam’ın yaptıklarını yakından izliyordu çoktan beri. Onun kedisinin gebe olduğunu ve yavrularına zor bakacağını bilen bu kedi dostu yaşlı kadın, kendisinin evinde beslediği on sekiz kedisinden artırdığı yiyecekleri Kedili Adam’a vermeye başlamıştı. Kedili Adam, her gün kendisini çağıran bu kadının evine giderek kedileri için yiyecek bir şeyler alıyordu ondan. Son gidişinde kadının kedilerinden birinin hasta olduğunu görünce, bu konuda çaresiz kalan kedi dostuna ne yapması gerektiğini anlatmıştı Kedili Adam. Ağzı açık onu dinleyen bu yaşlı kadın, dediklerini uygulayınca çok sevdiği tekir kedisi kısa zamanda ayağa kalkmıştı. Günler güzel geçiyordu. Yaz gelmiş, üşümekten kurtulmuştu Kedili Adam. Ayrıca torunlar da büyümeye başlamışlardı. Her gün yavrularla oynayıp zamanını öyle geçirmeye başlamıştı. Günde iki kez dışarıya çıkıyor, birinde kendisine günde bir ekmek veren(Genellikle bir gün önceden kalan ekmeklerden oluyordu bu) bakkala uğruyor, bir kez de kedilerine bir şeyler veren yaşlı kadının kapısına gidiyordu. Bu arada, uğradığı yaşlı kadının hastalanan kedileriyle ilgileniyordu, en son da bir yavru kedinin kırılan ön ayağını ustaca sarmıştı. Kedili Adam Suzan’ı bulduğu günden beri kendisinde, psikolojik olarak az da olsa bir iyileşme olmuştu. Suzan’ın yavrulamasından sonra ise belirgin düzeyde bir iyileşme görülüyordu. Yavrular bir sağaltım sağlamıştı adamda. Onlarla oynarken, kafasına bir çengel gibi takılmış, beynini kanatan dertlerini, özellikle de karısının ve çocuklarının ölümüne neden olan trafik kazasını unutuyordu. O da kendisine bir rahatlama verdiği için ilk kez belli bir esenlik içerisinde olduğunu kendisinde fark ediyordu. Yaşlı kadının kedilerinin sağlığıyla ilgilenirken ilk kez kendisinin bir zamanlar başarılı bir veteriner olduğunu düşündü. Bunu ilk kez düşünmüştü ama tam iyileşmediğinden kısa sürede yine kendisini yiyip bitiren düşüncelere daldı. Kolay iyileşecek bir hastalık değildi onunki.

Bir gün kedi yavrularıyla oynarken, küçük bir çocuk kucağında yavru bir kediyle çıkıp geldi. Yanında da kedi dostu yaşlı kadın vardı. Kedili Adam şaşırmıştı. Bunların ne işi var burada diye düşündü, düşüncesini şaşırmış bir tavırla açıkladı gelenlere:

“Ne işiniz var burada?” diye sordu onlara.

“Bu çocuğun kedisi hastalanmış, bana getirdi ama anlayamadım derdinin ne olduğunu. Bir de sen bakar mısın lütfen?”

“Bilmem ki öyle şeyleri ben” diyen Kedili Adam yalnız kalmak istiyordu aslında. İnsanlardan kaçıp bu bilmediği ilçede, yalnızlığın ve yoksulluğun en kötüsünü yaşamayı seçmişti o. Kadını da kırmak istemiyordu diğer yandan. Kızına ve torunlarına o bakıyordu. Bu durumda iki arada bir derede kalmıştı. Bir yandan oradan kaçıp gitmek, insanlarla yeniden ilişki kurmak istemiyor, diğer yandan da bu çok iyi niyetli yaşlı kadını kırmak işine gelmiyordu. Bir ara, gözü kucağındaki küçük kedi yavrusuna sarılmış çocuğa takıldı. Yedi sekiz yaşlarında olmalıydı çocuk. Oğlu ölmeseydi onun yaşlarında olacaktı. O da kedi sever miydi acaba diye geçirdi aklından. Kedi seven insanların daha doğrusu tüm hayvanları sevenlerin kötü olamayacağını düşünüyordu. Bu dertlerini, acılarını kimseye açamayan dilsiz yaratıkları çok sevdiği için kendisi veteriner olmuştu. Çocuk Kedili Adam’ın tavrından hasta minik kedisine bakmayacağına karar verip hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.

“Niye ağlıyor bu çocuk?” diye sordu yaşlı kadına Kedili Adam. Çocuğun durumuna çok üzüldüğü yüzünden anlaşılıyordu. Acıyla kırışmıştı adamın yüzü.

“Sen kedisine bakmadın diye ağlıyor çocuk. O ölecek diye çok korkuyor” diye yanıtladı onu yaşlı kadın.

“Ben öyle bir şey söylemedim ki, hasta hayvanlara bakmayacak olsam veteriner olur muydum?” deyince Kedili Adam kadın şaşırmıştı. Onun veteriner olduğunu bilmiyordu. Kendi kedilerinin hastalıklarıyla ilgilenmesini ve iyileşmelerini sağlamasını bir tür deneyim ya da rastlantı olarak düşünmüştü. Bir veterinerin bu hallere düşeceği hiç aklına gelmezdi, onun için de böyle bir mesleğin sahibi olacağını hiç düşünmemişti.

“Bakıver öyleyse çocuğun kedisine” dedi ve kedisini adama götürmesi için eliyle bir işaret yaptı kadın. Çocuk bu saç sakalı birbirine karışmış, üstü başı dökülen adamdan çekindiği için kedisini ona doğru götürürken korkudan bacakları titriyordu. Boğazına sarılıp kendisini boğacağını düşünüp bir anda panikleyip elindeki yavruyu düşürdü çocuk.

“Ne yapıyorsun yavrum, dikkat etsene. Canını yaktın hasta kediciğin” diye bir baba duyarlılığıyla kendisine seslenen adama dikkatli bakınca hiç de öyle korkunç bir insan olmadığını anladı onun. Yerden aldığı yavrusunu ona korkamadan götürdü. Adamla çocuğu izleyen kadının yüzünde mutlu bir tebessüm vardı.

Kedili Adam hasta yavruya bakıp gereken ilaçları söylemiş, nelere dikkat etmeleri gerektiğini onlara anlatmıştı. Çocuğun yavru kedisi çok kısa zamanda iyileşmişti. O günden sonra veteriner olduğu duyulmuştu Kedili Adam’ın. Kedilerini kucaklarına alanlar, yanlarında ya kedi dostu yaşlı kadınla ya da getirdiği hasta yavruyu adamın korkusuyla kucağından düşüren küçük çocukla geliyorlardı. Bu kişiler bir poşete koydukları yiyecek ve giysi de getiriyorlardı Kedili Adam’a. Durumları eksiye göre çok değişmişti. Karınlarını doyurabiliyorlardı artık. Ara sıra para verenler de oluyordu gelenlerden. Kedi dostu yaşlı kadın da hiç yalnız bırakmıyordu onları. İyileşmeye başlayan Kedili Adam’la ilgileniyor, onun yaşantısını biraz olsun düzeltmek için gayret gösteriyordu. Bir gün evine çağırdı Kedili Adam’ı. Ona banyo yaptırıp, traş olmasını sağladı. Banyodan sonra, çarşıdan onun için aldığı temiz çamaşırları giydirip karnını bir güzel doyurdu. Artık, ilçede gezerken onunla dalga geçmiyorlardı. Ayağında kullanılmış olsa da ayakkabısı vardı, yaz sıcağında üstünde yağlı, yırtık ceketi yoktu.

Yaşlı kadının da yardımıyla yoksul ve perişan yaşantısı düzelmeye başlamıştı. Bir de şansı iyi olsaydı yaşantısı belki çok daha iyi olacaktı zamanla. Şanssız adamın en büyük yardımcısı, kedi dostu, iyi yürekli yaşlı kadın bir gün ansızın yaşama gözlerini yumdu. Yaşlı kadın ölünce sayıları yirmiyi bulan kediler aç kalıp sokaklara döküldüler. Kendisine zar zor bakan Kedili Adam’ın elinden bir şey gelmiyordu bu durumda. Elinden bir şey gelmeyince de üzüntüden, yavaş yavaş iyileşmeye başlayan hastalığı da yeniden artıyordu. Kendisine yardım eden kadının yokluğu ve sokağa dağılmış aç kediler onu perişan ediyordu. Bir gün belediyenin önünden geçiyorken, arkasında bir ana dört yavru kediyle dolaşan adamı görüp durdu belediyeye yeni atanan veteriner. Bir süre üstünde kendisine pek uyumayan yıpranmış giysiler olan, sakalları uzamış adama baktı. Bakışlarında biraz küçümseme biraz da alay vardı.

“Kedi çobanı mısın sen?” diye sordu belediye veterineri Kedili Adam’a.

Kedili adam durdu ve bir süre baktı adamın yüzüne. İlk bakışta kendisiyle alay ettiğini anladığı adama bir şeyler söyleyip geçecekti ama şaşkın bir durumda, ağzını açamadan bakıp kalmıştı. Tanıyordu kendisiyle alay eden bu adamı. Sınıf arkadaşıydı veteriner fakültesinden. Kendisini tanıtıp tanıtmamayı düşündü bir an, sonra caydı bu fikrinden. Bu haliyle kendisini tanımasını istememişti bu sınıf arkadaşının. Bir zamanlar kafasının almadığı dersleri kendisi anlatırdı dalga geçen bu belediye veterinerine. Kedileri arkasında yürüyüp gitti bahçelerin olduğu, insanların olmadığı yerlere doğru...

Hasan ÖZTÜRK
editor@minikpati.com

Tüm Hikayeler